Dâvud Tâî (k.s) meşayihin büyüklerinden ve tasavvuf ehlinin önde gelenlerinden idi. Zamanında dengi bulunmayan bir kişi idi. İmam Ebû Hanife’ye (r.a) yetişmiş, ona talebe olmuştu.
Ayrıca Fudayl’ın (k.s), İbrahim b. Edhem’in (k.s) ve bunların emsali olan zevatın akranından olup birinci tabakadan idi. Tasavvuf yolunda Habib Raî’nin müridi idi. Bütün ilimlerden geniş bir nasib almış ve yüksek bir dereceye ulaşmıştı. Fıkıh ilminde fakihler fakihi olma seviyesine yükselmişti.
Ancak o, rivayetten yüz çevirerek uzleti tercih etmiş, zühd, vera’ ve takvâ yolunu tutmuştu. Derler ki, onun zühd hayatına atılmasının sebebi şu idi:
Ebû Hanife’nin (r.a) meclislerine devam ederdi. Bir gün İmam Azam (r.a) dedi ki:
- Ey Dâvud, biz âlet ve edevâtı (şer’î ilimleri) muhkem hale getirdik. Dâvud (k.s) sordu:
- Geriye ne kaldı? Ebu Hanife (r.a) cevap verdi:
- Onunla amel etmek…
Dâvud Tâî (k.s) diyor ki: “Ebû hanife’nin bu ikazı üzerine uzlete çekilmem hususunda nefsim benimle çekişmeye başladı. Nefsime,
- Hiçbir meselede konuşmamak şartı ile Ebû Hanife’nin meclislerine devam etmedikçe seni uzlete çekmem, dedim.
Kimseyle bir şey konuşmamak şartıyla bu meclislere devam ettim. Bir meseleye cevap vermek durumunda kaldığım olurdu. Ben o mesele hakkında konuşmaya, susuz kalmış bir insanın soğuk suya duyduğu istekten daha şiddetli bir arzu duyar, fakat yine de o konuda konuşmazdım.
İşte bu hadise sonrasında Dâvud Tâî hazretleri (k.s) kendisini zühd ve takva yoluna adadı. Hazretin faziletleri çok, menkıbeleri anlatılamayacak kadar fazladır.
Bir müride şöyle demişti: “Ey mürid! Eğer selâmet istiyorsan dünyaya selâm verip veda et, keramet istiyorsan ahiret üzerine tekbir getir (ahiretten ümidini kes)!”
Ma’ruf Kerhî hazretlerinin (k.s) Dâvud Tâî (k.s) için şöyle dediği rivayet edilir: “Dünyaya Dâvud Tâî’den daha az önem ve değer veren hiçbir kimse görmedim. Dünyanın ve dünya peşinde koşanların onun nazarında hiçbir kadri kıymeti yoktur. Gerçi zamanın fukarası afet ve kusurla dolu idi. Lakin yine de o onlara kemal gözü ile bakar, iyi insanlar olarak görürdü.”
______________________
İstifâde edilen kaynaklar: Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, 123; Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-Üns, 163-164