Allahu Teala Hazretleri İsra suresinde: “Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.” buyuruyor. Bu ayetin tecellisi, Adem Aleyhisselam’dan bugüne kadar peygamberlerin zatında ve “alimler peygamberlerin varisidir” sırrı ile evliyanın saadetli hayatlarında görülmüştür.
Kıbleye yönelen bir kimsenin tefekkür edip bilmesi lazım gelir ki, Allahu Tealâ’nın tecellisi önündedir. İnsanoğlunun bu tecelliye mazhar olabilmesi için ilmiyle âmil olması gerekir.
Sahabenin yedi büyük ulemasından olan Abdullah ibn-i Ömer Hazretlerine, “Alim kimdir? Yakub (A.S) Kur’an’da âlim olarak bildirilmiş. Onun vasfı nedir?” diye sordular. Şöyle izah etti: “Bu ayet-i celilede iki sıfat söz konusudur. Birincisi, bir peygamber olduğu için alim olması ve bildikleriyle amel etmesi, Rabbinin emrinden asla çıkmamasıdır. İkincisi, dünyanın mecaz, ahiretin ebedi olduğunu bilerek yaşaması ve hayatıyla bunu ispat etmesidir.”
Dünya bizatihi insanın sevdiği ve her şeyini uğruna harcayacağı yer değildir. Ahiretin önünde, ahireti açmak için bir besmele makamındadır. Rasul-i Ekrem (A.S.) Efendimizin beyanı üzere dünya, bir kervanın, ufak-tefek ihtiyaçlarını gidermek için bir sahrada konaklamasıdır.
Anlaşılıyor ki, dünya gerçeğini idrak etmiş, yani alim vasıflarına sahip olan insanlarla beraber olmak bilhassa bu asırda insanların kurtuluşuna bir vesiledir.
Müslümanlar, Osmanlı, Selçuklu, Emevi, Abbasi zamanlarında ve Asr-ı Saadette, mihrabın bir tarafına medreseyi, bir tarafına da tasavvufi hayatın hakikatini yaşamak maksadıyla dergâhı koyarak ilim kapılarını açtılar. Yani mihraba geçmek için bir yandan medrese, öbür yandan tasavvuf ilminin öğrenilmesi gerektiğini gösterdiler.
Medrese ilmi herkese nasip olmaz. Zaman ve sabır ister. Dergâh ise yediden yetmişe, kadın- erkek bütün ümmet-i Muhammedin okuludur. Ahlak-ı kâmile orada öğrenilir. Ehl-i Sünnet akaidi, Allah rızasını tahsil etmenin yolları orada öğrenilir. Kâmil insanları görerek onların sıfatını müşahede etmek orada gerçekleşir.
Hak Tealâ Hazretleri, ademoğlunda iki sıfat yaratmış. Birincisi cismani, diğeri ruhani sıfat. Cismani sıfatıyla, hayvanlarla, aynı durumdadır; yer, içer, çoğalır. Oysa Allahu Tealâ, bir ayet-i celilede insanı en güzel biçimde yarattığını bildiriyor. Şu halde mayamız temiz, yaratılışımız kâmil, sıfatımız yüksek. Yalnız dünya hayatı bu yüksek sıfatı karıştırıp bulandırır.
En güzel surette yaratılan insanın dünyevi tesirlerle bozulmaması için, ruhani sıfatlarını beşeri sıfatlarından ayırıp, geliştirmesi gerekir. Çünkü insanın beşeri sıfatlarla manen ilerlemesi mümkün değil.
Allahu Tealâ, “muhakkak Allah katında en üstün olanınız, takva bakımından en üstün olanınızdır” buyuruyor. Kâmil olabilmek takva sahibi olmaya bağlı.