Meşhur kıssadır, bilirsiniz. Erenlerden Taptuk Emre hazretleri talebesi Yunus Emre’yi dergâha dağdan odun getirmekle görevlendirir. Verilen emri hiç itirazsız kabul eden Yunus, günlerce belki aylarca dağla dergâh arasında mekik dokur. Her defasında da kalem gibi düzgün odunlar getirmektedir. Tabi bu durum dervişlerin dikkatinden kaçmaz. Hikmetini sorarlar. Yunus’un cevabı hizmet ehli herkes için sarsıcıdır:
“Bu kapıya odunun bile eğrisi giremez!”
İşini, hizmetini idealize etmenin, en iyisini yapmakla kendini mükellef görmenin Yunusça ifadesi. Nobranlığın, duyarsızlığın, kalitesizliğin ve estetik yoksunluğunun kol gezdiği ortamlar için bu söz çok şey söylemez belki. Ama mümin duyarlılığını, sufi inceliğini bilenler için çok tanıdık olsa gerek.
Taptuk Emre, Yunus’tan bir iş istemiştir. Odun toplamak bile olsa bir görevdir bu. Bütün görevler aynı zamanda bir sınanmadır. Samimiyetin, dürüstlüğün, liyakatın ve fedakârlığın sınanması.
Bir dergâh varsa orada doğal olarak hizmet de yer alır. Aslında dergâhlarda hizmet iki taraflı işler. Öncelikle mürşit müridine hizmet etmektedir. Onun kemalâtına, nefsini ıslah etmesine ve nihayet ebedi saadetine hizmet eder. Müridin mürşidine ve dergâh işlerine hizmeti yine bunlar için bir araçtır.
Dergâh hizmetinde başlangıç noktası mürşide itaattir. Onun taleplerini eğmeden bükmeden, kendi iktidarına, üstünlüğüne, seçilmişlik duygusuna payanda etmeden dürüstçe itaat. Tasavvuf terbiyesinin esasını böyle temiz bir itaat teşkil eder. Mürşitler doktorlara benzer. Onların istek ve tavsiyeleri birer reçete gibidir. Bir hasta nasıl beden rahatsızlığına şifa bulmak için doktorunun reçetesini uygulamak zorundaysa, mürit de manevi hastalığına şifa bulmak için mürşidinin istek ve tavsiyelerini uygulamak zorundadır.
İşte böyle bir itaatin olmadığı yerde, bırakın hizmetin kalitesini, güzelliğini gerçek bir hizmetten söz edilemez.
İnsanların ihtiyaçlarını gidermek, sıkıntılarını paylaşmak, yaralarına merhem olmak dinimizce teşvik edilmiş ve övülmüştür. Mesela bir hadis-i şerifte “Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını karşılayan kişi, hac ve umre yapan kişi gibi karşılık alır.” (Suyûtî, Camiu’s-Sağîr, hadis no: 8960) buyrulmuştur.
Bir başka hadis-i şerifte de “Allah Teâlâ bir kul hakkında hayır dilerse, ona insanların ihtiyaçlarını gördürür.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, hadis no: 383) diye buyrulması bu teşvik ve övgüyü açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu arada, bir topluluğa hizmet edeni o topluluğun efendisi sayan, Sevgili Peygamberimiz s.a.v., yine insanlara faydası dokunan kimseleri insanların en hayırlısı olarak nitelendirmiştir. İnsanların Allah Tealâ’ya en sevimlisinin, böyle kimseler olduğunu haber vermiştir.
Yine işin bir başka boyutu da samimiyetle, teşekkür ve minnet beklemeden yapılan halka hizmet Hakk’a yaklaşmaya, O’nun rızasını kazanmaya vesiledir. Hizmetin bu denli kazançlı olması sebebiyle Hasan-ı Basrî (rah.) demiştir ki: “Bir müslümanın ihtiyacını gidermek, benim için bin rekât nafile namaz kılmaktan iyidir.”
İnsanların dünyevî işlerine yardımcı olmak, sevinç ve tasalarına ortak olmak nasıl hizmetse, manevi konularda yardım ve destek de aynı şekilde hizmettir. Bu kapsamda dinî eğitim için çalışmak, marufu emredip münkerden sakındırmak çok önemlidir. Cenab-ı Mevlâmız, Kur’an-ı Kerim’de, dinine yardım edenlere mutlak surette yardım edeceğini beyan buyurur. Cenab-ı Hak her türlü yardımdan münezzehtir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, dinini bir inkârcının eliyle de kuvvetlendirip yüceltebilir. Fakat bu tür amelleri kulun önüne, kulluğunu ispatlamasına ve manevi olgunluğuna vesile olsun diye koymuştur.
Hizmet bahis mevzu olduğunda ilk hatırlanması gereken ilkelerden biri samimiyettir. Yani temiz niyetli olmak. Allah rızasından başka bir beklenti ile hareket etmemek. Zaten bu tür beklentilerle yapılan iş hizmet değil, olsa olsa kendine yatırımdır. Bu noktada çeşitli hizmet organizasyonlarında ücretli ya da belli bedelle çalışıp, işini yüreği ile yapanların hizmete dahil olduğunu bilmek gerekir. Burada samimiyeti bozan karşılık beklentisinden maksat, hizmeti bir şekilde kendi çıkarına, iktidarına, tahakkümüne payanda etmektir. Ya da hak ettiğinden fazlasını beklemektir.
Niyet amelden önce gelir. Niyetten maksat, yapılan işte Allah rızasını gözetmek, bu hususta samimi ve içten davranmaktır. Niyet Allah rızası olmalıdır ki verilen emek karşılık bulsun. Bu temiz niyet sayesinde kişi kendini kusursuz hizmet yapmak zorunda hisseder. Yunus Emre’nin dergâha kalem gibi düzgün odun bulma çabası başka hangi sebebe dayandırılabilir.
Yeri gelmişken şunu da ifade edelim. Hizmetin uhrevi hayatta az veya çok kazandıracak olması zahiren o hizmetin büyüklük veya küçüklüğünden çok, hizmeti üstlenen kişinin ihlâs ve samimiyetine bağlıdır. Bu durumda biri üst diğeri alt kademede görev yapan iki hizmet gönüllüsünü Hak nezdinde üstün kılan işin pozisyonu değil, görevi yapanların kalplerindeki samimiyettir.
Hizmet, gönül ve yürek işidir. Bu kovanda ağızlarda tat bırakacak ballar üretmek için dürüstçe, harbi gönülle vızıldamak kâfidir. Gönlün olduğu yerde ise kalite vardır, sanat vardır, estetik vardır. Çünkü gönül ruhla münasebetlidir ve ruh Rabbin katındandır.
Kalitesizlik, kabalık, nobranlık, yıkıcılık ve kıyıcılık, hizmet gibi temiz bir kavramla asla yan yana gelmez. İnsanın her türlüsü kapıdan gelir geçer ama iş hizmete gelince odunun bile eğrisi kapıya layık görülmez. Zira işlerin eğri büğrü olduğu kapılar insanı hizaya getirme özelliğini yitirmeye başlar.