Buradasınız :  Roportajlar/ Tarikat Hakkında Bilinmeyenler
Kategori:
Röportajlar
5226 kez Okunmuş

Kurtuluş İhlas ve Sadâkattedir


İnsanoğlunun bütün gayreti kurtuluşa ermek içindir. Önce, dünyanın bin bir meşakkatinden, sonra da âhiretin asıl büyük korkularından… Hem dünya işlerinde hem de âhirette kurtuluşun yolu ise doğruluk, sadâkat ve ihlâstır. Bir mütefekkir şöyle der:

 

“Saçıma ak alevler düştü ve hayatta öğrendiğim şeylerin hülâsası şu idi ki sadâkat/ihlâs, dünyada ve âhirette insanı hayra ulaştıracak en mühim müessirdir. Hayrı, diğerlerinden önce kendi için isteyen kişiye sâdık/muhlis olmak düşer. İnsanlara tesir edecek olan sadık ve samimi kelimelerdir. Yeryüzünde köpük misâli değil kök misali yer tutacak olan da odur. Sadık ve samimi kelimelerin sahibi, onlarla herkesten önce Allah’ın rızasını gözetirse, o kelimeler iki kez meyve verir ve onlar ana sütü gibi helâl meyveler olur.”[1]

 

Sadece sözde değil, inançta, niyette, davranışlarda da doğruluk gerekir. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şu tavsiyesini can kulağıyla dinleyelim:

 

“Zâhiren içinde helâk olduğunu görseniz bile sıdka/doğruluğa sarılın! Şüphesiz ki onda kurtuluş ve başarı vardır.”[2]

 

Şâir bunu ne güzel ifade eder:

 

Doğru olsan ok gibi elden atarlar seni,

Eğri olsan yay gibi elde tutarlar seni,

Menzil alır doğru ok, elde kalır eğri yay...

 

Ebû Cehil’in oğlu İkrime, azılı bir İslâm düşmanı olduğu için Mekke fethedildiğinde ölüm korkusuyla bir gemiye binerek kaçmıştı. Denizde fırtınaya yakalandılar. Gemidekiler birbirlerine:

 

“–Artık şimdi ihlâslı olup yalnızca Allah’a yönelin! Zira burada size taptığınız ilâhlardan bir fayda gelmez” dediler.

 

Bunun üzerine İkrime (r.a):

 

“–Vallahi, denizde beni ancak ihlâs kurtarırsa, karada da ihlâstan başkası kurtaramaz. Allah’ım, sana söz veriyorum; eğer beni içinde bulunduğum şu felâketten kurtarırsan, Muhammed (s.a.v)’e gidip elimi eline koyacağım! Onu affedici ve kerem sahibi olarak bulacağımdan emînim.” diye niyâz etti.

 

Fırtınadan kurtulan İkrime (r.a), kararını tatbik ederek hemen Peygamber Efendimiz’e geldi ve müslüman oldu.[3]

 

 

Denizde ve karada olduğu gibi âhirette de yegâne kurtarıcı ihlâs ve doğruluktur. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:

 

“Allah Teâlâ şöyle buyuracaktır: Bu, sâdıklara, sadâkatlerinin fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”[4]

 

 

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in naklettiği şu hâdisede, doğruluk ve samimiyetin, insanları kurtarmada ne kuvvetli bir tesire sahip olduğunu görüyoruz:

 

“Sizden evvelki ümmetlerden üç kişi yolda yürürken birden yağmura yakalandılar. Hemen bir mağaraya sığındılar. O esnada kocaman bir kaya yuvarlanıp mağaranın ağzını kapattı. Bunlar birbirlerine:

 

«−Şu muhakkak ki vallahi sizi buradan sadâkatten başka bir şey kurtaramaz. Onun için her biriniz sadâkatle yaptığını bildiği bir ameliyle tevessülde bulunarak Allah Teâlâ’ya dua etsin!» dediler.

 

Bunlardan birisi:

 

«Allah’ım! Biliyorsun ki, benim ücretli bir işçim vardı. O bana üç ölçek pirinç karşılığında çalışmıştı. Ancak, ücre­tini almadan bırakıp gitti. Ben bu pirinçleri alıp ektim. Çok güzel mahsûlü oldu. Bununla bir mikdar sığır satın aldım. Bir müddet sonra o işçi gelip ücretini istedi. Ben de ona:

 

“−Şu sığırlar senin, onları sür götür” dedim. O:

 

“−Benim, sende sadece üç ölçek pirinç hakkım vardı” dedi. Ben yine ona:

 

“−Şu sığırları al, onlar senin pirinçlerinden çoğaldı” de­dim. İşçi onları sürüp götürdü. Allah’ım, bunu senin haşyetin sebebiyle yaptıysam, onun hürmetine şu kayayı bizden aç!» diye dua etti. Kaya biraz açıldı.”

 

Diğeri anne babasına hürmet ve hizmetiyle duâ etti. Üçüncüsü de eline fırsat geçmişken iffetsizlik ve zinadan Allah korkusu ve takvâ duygusu sebebiyle vazgeçtiğini dile getirip onunla tevessülde bulunup yalvardı. Böylece ızdıraplı bir ölümden kurtuldular.[5]

 

 

Hiçbir şey insana, kendini dürüstçe tahlil etmek kadar faydalı olamaz. Tebük Seferi dönüşünde sefere katılmayan münâfıklar, yalan söyleyerek kurtulduklarını zannederken, Kâ’b bin Mâlik (r.a), kendine karşı dürüstçe davranarak, ne pahasına olursa olsun doğruyu söylemişti. Doğru sözlülüğü neticesinde elli gün boyunca epey sıkıntılar çekmiş, hatta dünya bütün genişliğine rağmen kendisine dar gelmişti. Lâkin sonunda elde ettiği kazanç hiçbir şeyle değişilmeyecek cinstendi: Allah’ın gazâbından ve o esnâda inen âyet-i kerimedeki şiddetli azardan kurtulmuş, sonra da Cenâb-ı Mevlâ’nın yüce mağfiretine nâil olmuştu. Kendisi şöyle der:

 

“Allah’a yemin ederim ki, İslâm ile şereflendirdikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber Efendimiz’in huzurunda doğruyu söylemem, böylece yalan söyleyenlerle birlikte helâk olmaktan kurtulmamdır. Çünkü Allah Teâlâ, Tebük Seferi’ne katılmayıp da yalan söyleyenler hakkında, hiç kimse için kullanmadığı ağır sözleri vahyederek şöyle buyurdu:

 

«Onların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesâba çekip cezalandırmamanız için Allah adına yemin edecekler. Onlardan yüz çevirin, çünkü onlar necistirler/pisliktirler. İrtikâb ettikleri günahın cezası olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı olasınız diye de size yemin ederler. Siz onlardan râzı olsanız bile Allah fâsıklardan asla râzı olmaz.»[6][7]

 

 

İnsana sadakat yaraşır, görse de ikrah,

Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah! (Ziya Paşa)

 

Yardımcısı Allah olanın başka neye ihtiyacı olabilir ki?!.

 

Ferîdüddîn Attâr Hazretleri, bu dünyadan selâmetle geçip âhirette felâha erebilmek için doğruluktan başka çare olmadığını şu mükemmel teşbihle anlatır:

 

Yüce bir zât bir gün şöyle demişti: Biri, Allah’ın emriyle öldü mü ona, ölümünün ilk günü, ikinci ve üçüncü günleri yas tutulur. Yedinci güne kadar bu böyle gider. Fakat sekizinci gün geldi mi ne yapılır?... (Herkes seni unutur, Cenâb-ı Hak ile baş başa kalırsın.)

 

Mademki sonuncu gün Allah’a teslim olacaksın, önceden buna alışsana! Ne diye kıvranıp durursun? Bütün bedenin, yılan gibi ayak olsa, hiçbir yere kaçmana imkân yok! Yılanı, giderken görmedin mi hiç? Yolda kıvrıla kıvrıla, büküle büküle gider. Fakat deliğine geldi mi onda bir kıl ucu kadar bile eğrilik göremezsin. O, kıvrılmayı terketmedikçe katiyen deliğine giremez.

 

Sen de eğriliği bırak da doğrulukla, ulaşacağın kovuğa git! Eğer körler gibi atacağın adımı şaşırırsan, körler gibi perde arkasında kalakalırsın. İnsanları görmez misin? Körlükten ne ayakları kalmış ne başları. Her tarafları yara bere içinde, kapıda kalmışlar.

 

Kûfî yazıda elif dümdüzdür ya, işte sûfî de öyle olmalı…[8]

 

 

Doğru sözlülük, insanı helâk olmaktan kurtardığı gibi faziletli bir insan olmanın da ilk şartıdır: Lokman Hakîm’e, sahip olduğu fazilet kastedilerek:

 

“–Seni şu gördüğümüz yüksek mertebeye ulaştıran nedir?” diye sorulduğunda, o:

 

“–Doğru sözlülük, emânete riâyet edip yerine getirmek ve beni ilgilendirmeyen şeyleri terk etmektir.” diye cevap vermiştir.[9]

 

Abdullah bin Mes’ûd (r.a) bu mânâda der ki:

 

“Aman doğru sözlü olmaya dikkat edin! Çünkü doğruyu söylemek sâlih amellere, bu hayırlı ameller de insanı cennete götürür. Aman yalandan uzak durun! Çünkü yalan kişiyi kötülüğe ve günahlara sevkeder. Bu şerler de onu cehenneme götürür. Görmez misin, «Doğru konuştu, iyi yaptı; yalan konuştu, günaha girdi» denilir.”[10]

 

 

Korkma düşmandan kim âteş olsa yandırmaz seni!

Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni! (Said Paşa)

 

 

_____________

[1] Tuğgeneral Mahmud Şît Hattâb, Adâletü’s-semâ

[2] Ali el-Müttakî, III, 612/6855

[3] Nesâî, Tahrîmu’d-Dem, 14/4064

[4] Mâide, 119

[5] Buhârî, Enbiyâ, 53

[6] Tevbe 9/95-96

[7] Buhârî, Megâzî, 79

[8] Ferîdüddîn Attâr, İlâhînâme, İstanbul 2010, s. 170-171

[9] Muvatta’, Kelam, 17

[10] Muvatta’, Kelam, 16

 

 

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Altınoluk Dergisi, Sayı: 303.

 


Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir