Buradasınız :  Makaleler/ İkinci Bin Yılın Yenileyicisi İmâm-ı Rabbânî k.s. (1)
Kategori:
Makaleler
11663 kez Okunmuş

İkinci Bin Yılın Yenileyicisi İmâm-ı Rabbânî k.s. (1)

İmam-ı Rabbanî k.s. parlak zekâsı, kuvvetli hafızası ve yaşının çok üstünde olgun davranışlarıyla çocuk yaşta dikkat çekmiş, yaşı daha yirmiyi bile bulmamışken İslâmî ilimlerin her dalında ders verecek seviyeye gelmiş, Arapça ve Farsça risaleler kaleme almıştı. Kitaplar yazarak, ulaşabildiği herkese nasihat ederek, insanları bid’at ve sapkınlıklardan kurtarmaya çalıştı, onları sırat-ı müstakime çağırdı. Dini tahrif eden, Ekber Şah’ın ifsadına alet olan alimlerle mücadele etti.

 
Hindistan’da 16. yu¨zyılın ikinci yarısı. Bâbu¨rlu¨ hanedanından Ekber Şah’ın hüküm sürdüğü¨ zamanlar. Hindistan adeta bir dinler mozaiği; Mu¨slu¨manlar, Hindular, Budistler, Mecusîler, Hıristiyanlar, Yahudiler yanında daha bir yığın küçük inanç grubu yaşıyor burada.
 
Aslında mu¨slu¨man bir aileye mensup olan Ekber Şah, özellikle kalabalık Hindu nu¨fusunu saltanatına tabi kılmak için bu¨tu¨n dinleri birleştirmek gibi bir sapkınlığa yöneliyor. İlmini ikbaline kurban eden bazı sözde alimlerin de desteğiyle “Dîn-i İlahî” diye yeni bir din oluşturmaya karar veriyor.
 
Ekber Şah ve avenesi, ilk tebliğinden bu yana bin yıl geçen İslâm’ın artık eskidiğini, zamanın ihtiyaçlarına cevap veremediğini iddia ediyorlar. Vahyi akıl dışı buluyor, peygamberlerin önderliğine ihtiyaç kalmadığını söylu¨yor, ayet ve hadisleri hu¨ku¨msu¨z sayıyorlar. Mevcut dinlerden kendi akıllarınca beğendikleri birtakım esasları alıp karma bir din ihdas etmek istiyorlar.
 
Neticede mu¨slu¨manların kafası karışıyor, imanı zedeleniyor, istikameti bozuluyor. Artık haram helâl bu¨yu¨k ölçu¨de unutulmuş, ibadetler terk edilmiştir. Sufilik de hızla şeriat çizgisinden uzaklaşmakta, Hindu inançları tasavvufu bulandırmaktadır. Keşif ve keramet sanılan istidraçlar vahiyden de, istikametten de u¨stu¨n tutulmakta, bid’atler çoğalmakta, ahiret inkâr edilmektedir. Her kafadan bir ses çıkmakta, insanlar kime veya neye inanacağını bilememektedir. İslâm, bin yıl sonra çok bu¨yu¨k bir tahrif tehlikesiyle karşı karşıyadır.
 
Gör takdirin işini
 
Oysa İslâm son din, insanlığın son sığınağıdır. Bu dinin sahibi, rahmetinin eseri olarak onu elbette muhafaza edecek, İslâm’ın tahrifine izin vermeyecektir. Nitekim Hint yarımadasında bir kısım insanlar dini nefslerine alet etmeye çalışırken ilahi takdir çoktandır Maverau¨nnehir’de İmam Maturidî’lerle, İmam Buharî’lerle, Şah-ı Nakşibendî’lerle İslâm’ı yeniden en saf haline döndu¨rmu¨ştu¨r. Şimdi o safvetin Hint topraklarına akmasına, buralarda cins bir tohum bulup onu yeşertmesine sıra gelmiştir. İslâm’ı bereketli bir bahar gibi yeniden ihya vazifesini, “fârukiyyet” vasfıyla hakkı batıldan ayırsın diye Hz. Ömer r.a.’in neslinden, ileride İmam-ı Rabbanî ismiyle anılacak Ahmed-i Serhendî’ye tevdi eden takdir-i ilahi, onun yetişmesi için gerekli şartları da hazırlamıştır.
 
1563 yılında Hindistan’ın Pencap eyaletindeki Serhend şehrinde doğduğu için “Serhendî”, Hz. Ömer r.a.’in soyundan geldiği için de “Farukî” nisbesiyle anılan bu bu¨yu¨k veli, alim, mu¨çtehid ve mu¨ceddid, daha ziyade İmam-ı Rabbanî diye tanınacak ve İslâm’ın ikinci bin yılındaki yenileyicisi, yani “mu¨ceddid-i elf-i sâni” olacaktır.
 
İmam-ı Rabbanî Şeyh Ahmed-i Fârukiyyi’s-Serhendî k.s. ilk tahsilini alim, fazıl ve tasavvuf ehli bir zat olan babası Şeyh Abdu¨lehad’dan almıştı. Hafızlığını yine babasının yanında tamamladıktan sonra devrinin en tanınmış alimlerinden hadis, fıkıh, tefsir, kelam, felsefe, mantık gibi ilimleri okudu. Parlak zekâsı, kuvvetli hafızası ve yaşının çok u¨stu¨nde olgun davranışlarıyla dikkat çekiyordu. Yaşı daha yirmiyi bile bulmamışken İslâmî ilimlerin her dalında ders verecek seviyeye gelmiş, Arapça ve Farsça risaleler kaleme almaya başlamıştı. Kısa zamanda şöhreti Hindistan’ın her yanına ulaşan bu genç mu¨çtehid, saltanatın merkezine, Agra’ya gitmeye karar verdi. Çu¨nku¨ tahrifat orada başlamıştı ve orada engellenmeliydi. Agra’da Ekber Şah’ın ifsadına alet olan alimlerle mu¨cadele etti. Kitaplar yazarak, ulaşabildiği herkese nasihat ederek insanları bid’at ve sapkınlıklardan kurtarmaya çalıştı, onları sırat-ı mu¨stakime çağırdı.
 
Bu sıralar iyice yaşlanan babasının ısrarı u¨zerine Serhend’e döndu¨. Babası Şeyh Abdu¨lehad, kendisi ölmeden evvel oğlunun hiçbir eksiği kalmasın istiyordu sanki. Çok sıkı bir tasavvuf eğitiminden sonra ona seyr u¨ su¨lûkunu tamamlattı. Tasavvufun temel kaynaklarını okuttu; Kadiriyye, Su¨hreverdiyye ve Çeştiyye tarikatlerinden icazet verdi. Nakşibendiyye icazeti için ömru¨ yetmemişti.
 
İki denizin kavuşması
 
İmam-ı Rabbanî k.s., babasının vefatından sonra haccetmek niyetiyle Serhend’den Delhi’ye geçti. Burada tanışıp sohbet eylediği ilim irfan ehli kimselerden Buhara’dan gelip postunu Delhi’ye seren bir Nakşî şeyhinin medhini işitti. Nakşibendîliğe karşı öteden beri meyli vardı. Bu yolun bu¨yu¨klerini her zaman daha bir iştiyakla anlatan babası Şeyh Abdu¨lehad, çok istediği son nakışı, ömru¨ vefa etmediği için oğlunun kalbine vuramamıştı. İşte şimdi yeni bir fırsat çıkmıştı İmam-ı Rabbanî’nin karşısına. Bu işin merkezinden bir usta nakkaş, Şeyh Bâki Billâh hazretleri Delhi’de, çok yakınındaydı. Aradığını bulanların heyecanıyla koştu, şeyhin dergâhına vardı.
 
Şeyh Mu¨eyyedu¨’d-din Bâki Billah k.s. hazretleri de onu bekliyordu zaten. Hâce Muhammed Emkenekî k.s. tarafından Delhi’ye ‘Serhend Gu¨neşi’ni yetiştirmek u¨zere gönderilmişti. Şeyh Bâki Billah, u¨veysî Nakşî bu¨yu¨klerindendi. Devrinin birçok mu¨rşidinden istifade ettikten sonra ru¨yasında Bahau¨ddin Nakşibend k.s. hazretlerine bağlandı.
 
Yine bir ru¨yada Hâce Ubeydullah Ahrar k.s. hazretlerinin manevi işaretiyle Hâce Muhammed Emkenekî’ye gitti, onunla u¨ç gu¨n halvet halinde sohbet etti. Talimatı da işte bu halvette iken almıştı. Hindistan’a gidecek, Nakşibendiliğin şeriattan taviz vermeyen çizgisini, vakti geldiğinde kendisine gönderilecek olan bir azize teslim edecekti. Önce bir yıl Lahor’da kaldı. Sonra dergâhını Delhi’ye taşıdı. Buradaki irşadı u¨ç yılı doldurmak u¨zere iken beklenen mu¨rit geldi. Şeyh Bâki Billah, dergâhın eşiğinden adımını atan İmam-ı Rabbanî’yi hemen tanımıştı. O, İslâm bahçesine baharı yeniden getirecek olan Serhend gu¨neşiydi ve gu¨neşi fark etmemek mu¨mku¨n değildi. Gu¨ler yu¨zle ayakta karşıladı onu, iltifatlarla yanına oturttu. Şeyh Bâki Billah ile İmam-ı Rabbanî birbirlerine karşı o kadar hu¨rmetkârdı ki etraftaki sufiler, bu iki kişiden hangisinin mu¨rit, hangisinin mu¨rşit olduğuna karar veremediler. Zira onlar iki denizin birleştiğini henu¨z bilmiyorlardı. Delhi şimdi “mecmaa’l-bahreyn” yani iki denizin birleştiği yerdi ve kurutulmuş balık misali ölen mu¨min kalpler burada yeniden dirilecek, vahdet denizine dalacaktı.
 
O öyle bir gu¨neş ki…
 
İmam-ı Rabbanî, Delhi’deki bu ilk buluşmada Şeyh Bâki-Billah’ın dergâhında iki buçuk ay kalmıştı. Bu kadar kısa bir su¨re içinde tarikatın usûl ve erkânını, zikr-i hafiyi talim edip Nakşibendî nispetini aldı. Kendisi, hayatının bu en feyizli zamanını, şeyhinin vefatından sonra onun oğullarına yazdığı bir mektupta, “Bâki Billah hazretlerine bağlanmakla izahı mu¨mku¨n olmayan zuhurat ve tecellilerle karşılaştım; renk ve keyfiyetten azade haller ile nice nurlar kazandım.” diyerek anlatacaktır.
 
Serhend’e dönmu¨ş fakat şeyhinin dergâhında bulduğu manevi tat, çok geçmeden onu yeniden Delhi’ye çekmişti. Mu¨rşidini ikinci defa ziyaret etti. Yine uzun uzun halvet oldular ve dönu¨şu¨nde Şeyh Bâki Billah, “Yolumuzun tam icazetini aldın, var git memleketinde irşat halkasını kur.” buyurup hilafet ve icazet hırkasını kendi elleriyle giydirdi ona. Artık mu¨rit yetiştirmeye yetkili kılınmıştı. Hatta Şeyh, seçkin halifelerini ve mu¨ritlerinin bir kısmını İmam-ı Rabbanî’ye havale ederek onunla birlikte gönderdi.
 
Şeyh Bâki Billah hazretleri, İmam-ı Rabbanî’nin u¨çu¨ncu¨ ziyaretini hasretle bekledi. Bunun son göru¨şme olacağını hissetmişti sanki. Fakat gönlu¨ rahattı. İki yıl gibi kısa sayılabilecek bir zaman içinde belli aralıklarla da olsa vazifesini tamamlamış, emaneti sahibine vermişti. Onu bu u¨çu¨ncu¨ ziyaretinde karşılamak için mu¨ritleriyle beraber uzunca bir mesafeyi yu¨ru¨du¨. Böylece İmam-ı Rabbanî’nin bu¨yu¨klu¨ğu¨nu¨, derecesinin yu¨ksekliğini, kadr u¨ kıymetini herkes anlasın istiyordu. Yine bu sebepledir ki ilmindeki derinlikten, manevi makamları hızla katetmesinden dolayı iltifatlarını baştan beri esirgememişti ondan. Mu¨rşidiyle aşağı yukarı aynı yaşta olan bu seçkin mu¨rit de böylesine aşikâr bir itibara rağmen şimdiye kadar onun huzurunda edepten asla taviz vermemiş, hu¨rmette kusur etmemişti. Şeyhi kendisine yönelip bir şey söylediğinde rengi değişir, titremeye başlardı. Onu yol u¨zerinde karşılayıp muhabbetle bağrına basan Şeyh Bâki Billah hazretleri mu¨ritlerine dönu¨p, “Bundan başka kimseye meyletmeyesiniz!” buyururken o, yine böyle bir hal yaşıyordu.
 
Beri tarafta Şeyh’in bazı mu¨ritleri tereddu¨t içindeydiler. Mu¨rşitleri hayattayken başka bir şeyhe bağlanmak ağır bir imtihandı. “Ahmed-i Serhendî öyle bir gu¨neştir ki, onun ışığında benim gibi binlerce yıldız göru¨nmez olur.” buyurdu Şeyh Bâki Billah hazretleri. Böylece hem bu¨yu¨klere mahsus bir tevazu gösteriyor, hem de İmam-ı Rabbanî’nin evliyaullah arasındaki yerine işaret ediyordu.
 
İslâm bahçesine bahar geliyor
 
Hz. İmam, Serhend’de irşat ve davet hizmetlerine başladığında da bazı manevi halleri ilk kez yaşıyordu. Bunları mektupla Şeyh Bâki Billah hazretlerine bildiriyor, cevaben, ilahî lu¨tuflarla mu¨kafatlandırıldığına, yu¨ksek makamlara ulaştığına dair mu¨jdeler alıyordu. Şeyhinin talimatıyla Lahor’a geçti. Çevredeki alimler ve şeyhler ona koştular. İleride hilafet vazifesiyle hizmet görecek pek çok mu¨ridi Lahor’da tabi oldu kendisine. Şeyhinin vefatını da burada haber aldı. Yolu u¨zerindeki memleketi Serhend’e uğramadan doğruca Delhi’ye gidip Bâki Billah hazretlerinin mezarını ziyaret etti. Bundan sonra Serhend’de su¨rdu¨rdu¨ğu¨ irşat faaliyetleri boyunca bu mezar ziyaretini her yıl tekrarlayacaktı.
 
İmam-ı Rabbanî’nin Nakşîliğe bağlandığı, irşada başladığı, bağlılarının yavaş yavaş çoğaldığı ve mu¨rşidinin vefat ettiği bu zaman aralığı, Ekber Şah’ın azıttığı, uydurma bir dini yaymaya çalıştığı döneme rast gelir. Ancak Hz. İmam da artık sözu¨ dinlenen, ilim ve irfanından şu¨phe duyulmayan bir mu¨rşid-i kâmildir. Ekber Şah’a haber gönderir. Buyurur ki, “Şah, Hak Tealâ’ya ve O’nun Rasulu¨’ne asi olmuştur. Böyle giderse onun şahlığı, iktidarı, kudreti, ordusu bir bela ile perişan olacaktır. Tövbe etsin, Allah ve Rasulu¨’nu¨n yolunu tutsun. Aksi halde Allah’ın gazabını beklesin!”
 
Ekber Şah, biraz bu tehdidin, biraz İmam’ın sarayda yu¨ksek mevkilerde bulunan bağlılarının yaptıkları telkinlerin, biraz da gördu¨ğu¨ bir ru¨yanın tesiri ile sapkınlıktaki ısrarını hafifletti. Ama tam manasıyla Allah ve Rasulu¨’nu¨n yoluna da girmedi. İmam-ı Rabbanî’nin ikazından çok kısa bir su¨re sonra hastalanıp konuşamaz hale geldi. Oğulları arasında taht kavgası başladı ve bunlardan Selim Cihangir saltanatı ele geçirdi. Cihangir Şah, babasının uygulamalarını beğenmiyordu. Hz. İmam’ın işi biraz kolaylaşacak gibiydi.
 
Öyle de oldu. Cihangir Şah döneminde Serhend’de aralıksız on beş yıla yakın su¨rdu¨ru¨len irşat çalışmalarıyla İmam-ı Rabbanî’nin bağlıları ve talebeleri çoğaldı. Onların gayretiyle Hindistan’ın her köşesinde Ehl-i Su¨nnet itikadı yeniden canlandı. Şeyh Bâki Billah’ın mu¨jdesi gerçekleşmiş, İslâm bahçesine bahar gelmişti.
 
Hz. İmam, Hindistan dışında Tu¨rkistan, Horasan, Hicaz, Yemen, Anadolu ve Şam bölgelerine de en seçkin halifelerini gönderdi, oralardaki insanların hidayetine vesile oldu. Artık ulema ve meşayıhtan zatlar da yola koyuluyor, İmam-ı Rabbanî’nin sohbet ve derslerinden istifade için du¨nyanın dört bir yanından Serhend’e akıyordu. Cemaat o kadar çoğalmıştı ki dönemin eşrafı ve devlet adamları dahi izdiham sebebiyle Hz. İmam’ı ziyarette gu¨çlu¨k çekiyordu. (Devam edecek)
 
Ali Yurtgezen - Semerkand Dergisi, Ocak 2013.
 

Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir