Buradasınız :  Makaleler/ Ulu Hakan Sultan 2. Abdulhamid Han’ın Tasavvufi Yönleri
Kategori:
Makaleler
6673 kez Okunmuş

Ulu Hakan Sultan 2. Abdulhamid Han’ın Tasavvufi Yönleri

Sultan II. Abdülhamid sağlam itikatlı, dinini takva üzere yaşayan, salih bir hükümdardı. Beş vakit namazını kılar, düzenli Kur’ân-ı Kerîm ve salavat-ı şerife okurdu. Şehzadelik yıllarında Şeyh Hamza Zafir isimli bir Şazelî şeyhiyle tanışmış ve dostluk kurmuştu. Zaman zaman tebdil-i kıyafetle, Unkapanı’nda bulunan Balmumcu tekkesine gider ve Şeyh Hamza’nın ağabeyi Şeyh Muhammed Zafir’i ziyaret ederdi. Şeyhin sohbetinde bulunur, dervişânın arasında zikre katılırdı. Kızı Ayşe Sultan’ın belirttiğine göre ayrıca Yahya Efendi tekkesinde Abdullah Efendi’den de Kadirî dersi almıştı. Sultan Abdülhamid Han, tekke ve dergâhlar hakkında olumlu intibaya sahipti. Nitekim buralarda din kardeşliğinin, fedakârlığın, ihlasın ve samimi müslümanlığın güzel numunelerini görmüştü. Tebaasının muhtaç olduğu pek çok şey burada bilfiil yaşanmaktaydı. İmtihanın farkında olmak, nefis ve şeytanın hilelerine karşı tetikte bulunmak, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, halka hizmet-Hakk’a şükretmek, zikir ve istiğfar ile kalbi cilalamak her tekkenin olağan öğretisiydi. Tekkelerde aşılanan şefkat, merhamet, sabır, cömertlik gibi güzel ahlâklar bütün insanlığın muhtaç olduğu kadim değerlerdi.

 

19. asırda birbiri ardına süregelen savaşlar, isyanlar ve ekonomik sorunlar orduyu ve tebaayı yormuştu. Dinî ve örfî anlamda belli bir olgunluğa ulaşmamış kişiler bıkkınlık gösteriyordu. Bu durum Osmanlı toplumunun direncini kıran, fitne ateşini körükleyen unsurların başında geliyordu. Birlik ve beraberliğin sağlanması, milletin manevî yönünün ve mücadele ruhunun canlandırılması elzemdi. Büyük Sultan bunu gerçekleştirebilmek için Bâb-ı Meşîhat’te ulemayla, Yıldız Sarayı’nda hükümet yetkilileriyle, Seraskerlik Kapısı’nda subaylarla, Tersane’de bahriyelilerle aynı sofraya oturdu, sohbet etti. Her bir yemeğin ardından millî birlik ve beraberliğe dair etkili konuşmalar yaptı. Devlet erkânını yanına alarak farklı camilere gitti, cemaatle namaz kıldı. Cephelerden gelen yaralıları dolaştı. Hayır dualarda bulundu ve hediyeler sundu. Sultanın bu adımları hayretle ve memnuniyetle karşılandı. Ulu Hakan kısa vadede heyecan uyandıran bu hamleleri yeterli bulmuyor, üç kıtaya yayılmış tebaanın birlik ve beraberliğini, maneviyat zindeliğini sağlayacak kalıcı hizmetleri hedefliyordu. Bu manada Osmanlı topraklarının her bir köşesine yayılmış tekke, dergâh ve türbelerin asli fonksiyonunu icra edebilmesini, meşayih ve dervişânın hizmetlerini verimli bir şekilde gerçekleştirebilmesi önemsiyordu.

 

 

Yangın Yeri Balkanlar ve Tekkelere Duyulan İhtiyaç

 

18. asırdan itibaren Osmanlı her geçen gün Batı’da zayıflıyor ve toprak kaybediyordu. Ulu Hakan tahta geçtiğinde Yunanistan bağımsızlığını ilan etmiş, Sırbistan ve Romanya özerklik kazanmıştı. Bulgaristan, Osmanlı’ya bağlı bir prenslik halini almıştı. Yangın yerine dönmüş Balkan topraklarında politika ve hizmet üretmek oldukça güçtü. Sultan, buradaki yangının arkasında Batılı devletleri görüyor ve politikasını buna göre belirliyordu. Bu sebeple Balkanlar politikasında da denge siyasetini gözetti. Toprak bütünlüğünü sağlamaya çalıştı. Her şeye rağmen Osmanlı’dan kopan Balkan devletlerinin, kendi aralarında ittifak kurarak Osmanlı’ya saldırmasına mani olacak tedbirleri elden bırakmadı. Balkan toplumlarının birbirlerine karşı beslediği husumetlerden yararlandı. Böylece Osmanlı’yı ve Balkan müslümanlarını korumaya çalıştı. Hristiyan Balkan çetelerinin tehdidi altında olan bölge müslümanlarının birlik, beraberlik ve huzuru için Balkan tekkelerinden istifade etti. Buralar halkın İslâmiyet’e tutunduğu, Allah Resulü’nün sevgisini ve ümmet olma bilincini aşılandığı müesseselerdi. 1318 Bağdat Salnamesi’ne göre Bulgaristan’da 174 tekke ve zaviyenin bir kısmı tamir edildi. Manastır’da 39 binlik bir masrafla Şeyh Hüseyin Baba isimli yeni bir Kadirî dergâh inşası ve tefrişi yapıldı. Selanik’te İlyas Efendi Hangah’ı yine 39 bin Osmanlı parasıyla yeniden inşa ve tefriş edildi. Midilli’de Balizâde Hasan Bey Tekkesi ve Limni’de Niyazi Mısri Dergâhı bakım ve onarımdan geçti.

  

Hicaz ve Arap Coğrafyasında Fitneye Karşı

 

Tekke ve dergâhlar Ehl-i Sünnet dışı, ayrılıkçı akımlarla uyuşmayan bir dokuya sahipti ve hilafete sadık müesseselerdi. Öte yandan Hicaz ve Mısır’da ilmî araştırma kisvesi altında İngiliz ajanlar bulunuyor, İslâmî eserleri ve Arap toplumlarını tahlil ediyordu. İngiliz araştırmacıların bölgede faaliyetleri yoğunlaştırmasından kısa bir süre sonra 18. asrın ortalarında Vahhabî düşüncesi ortaya çıktı. Çölde, bedevi Araplar arasında hızla yayılan bu akım Suud ailesinin desteğiyle kısa sürede Hilafet kurumunu tehdit eden siyasî bir güce dönüştü. Nitekim Vahhabî düşüncesinin temel argümanlarından birisi hilafetin Kureyş’te ve Araplarda olması gerektiğiydi. Vehhabiliği benimsemek Osmanlı hilafetini geçersiz ve işgalci kabul etmekle eş değerdi. Bu düşüncenin bir yansıması olarak Vehhabî-Suudî kuvvetler, 19. yüzyılın başında Taif, Mekke ve Medine’yi ele geçirdi. Bu hamleyle tehlikenin büyüklüğü anlaşıldı. Osmanlı kuvvetleri kaybedilen şehirleri ancak 9 senede geri alabildi. Ulu Hakan, müslümanları yine müslümanla vuran bu oyuna karşı İslâm alimlerini ve tarikat şeyhlerini harekete geçiren bir siyaset izledi. Ulema hilafetin bir ırk meselesi olmadığına ve Sultan’ın hilafetinin meşruluğuna dair risaleler yazdı. Kendi beldelerinde etkin nüfuza sahip saygın tarikat şeyhleri sultanın ve hilafetin yanında durdular. Ulu Hakan bu süreçte bölgeyi iyi tanıyan Mısır, Cezayir ve Medine’de ilim ve zikir halkalarında bulunmuş Tunuslu Şeyh Muhammed Zafir’den ve Halep Nakıbüleşraflığı yapmış Rufaî şeyhi Ebü’l-Hüda es-Sayyadî’den yararlandı. Sultan hilafetin ve müslümanların tek düşmanının kafirler olduğu noktasında İslâm toplumlarını birleştirmeye çalıştı. Şam-Mekke-Medine arasında Hicaz Demiryolu projesini hayata geçirerek müslümanların birbiriyle olan maddî ve manevî bağını kuvvetlendirmek istedi.

 

Tekkeler, Ehl-i Sünnet çizgisini koruyan ve Osmanlı hilafetini benimseyen çizgileriyle, Vahhabîlik akımının etkisine açık Arap coğrafyasında bir çeşit serhat birliği vazifesi ifa ediyordu. Ulu Hakan, Kudüs’te Şeyh Mahmud el-Buharî, Şam’da Mevlana Hâlid el-Bağdadî dergâhları başta olmak üzere Basra, Halep, Bağdat, Şam, Selahiye, Musul, Kerkük, Tebriz gibi İslâm beldelerinde yer alan pek çok tekke ve zaviyeyi bakım ve onarımdan geçirdi. Trablus’a yeni bir dergâh inşa edildi. 

 

Toprağın Altındaki Ulular

 

Manevî değerlere ve ecdada hürmete son derece önem veren Ulu Hakan, çoğunluğu tekke müştemilatında yer alan türbeleri önemsiyordu. İslâm tarihinin büyük şahsiyetlerinin, gönül sultanlarının yer aldığı türbe ve makamlar halkın manevî yaşantısında tesiri bulunan yerlerdi. Osmanlı toplumu bu tür mekânlarda, yaşayan bir zatı ziyaret ediyor, hassasiyetiyle davranırdı. Halk türbeleri düzenli ziyaret eder, Fatihalar hediye eder, oradaki zatı tevessül ederek Allah Teâlâ’dan af ve yardım isterdi. Sultan’ın talimatlarıyla, İstanbul ve Anadolu’da milletin gönlünde yeri olan pek çok türbenin bakımı yapıldı. Kendi döneminde ilmi, ameli ve mücadelesiyle İslâm’a hizmet etmiş salih kimselere türbe inşa edildi. Ulu Hakan hazretleri, Mevlânâ’nın türbesindeki mermer sandukaları atlas örtülerle ve altın sırmalarla yeniden tezyin ettirdi. Ankara’da Ali Semerkandî hazretleri türbesi için 40 bin, Taceddin Veli türbesi için 60 bin, Göynük’teki Akşemseddin hazretleri türbesi için 54 bin, Çorum’daki Süheyb-i Rumî hazretleri makamı için 49 bin, Kayseri Burhaneddin Tilmizî ve Zeynelâbidîn Kayseranî hazretleri türbesi için 27 bin, Siirt’te yer alan Veysel el-Karanî türbesi için 26 bin değerinde masraf yapıldı. Trabzon Ahi Evran türbesine 900 altın harcandı. Bunlar dışında İzmir’den Van’a, ellinin üzerinde türbe ve makam inşa yahut tamir edildi.

 

Sultanın imar eli Batı Trakya ve Balkanlar’da yer alıp bakım ve onarım gereken türbelere de uzandı. Bulgaristan’da Sofyalı Bali Efendi, Macaristan Budin’de Gülbaba hazretleri, Midilli’de Şerif Ebu’l-Hasan, Salur Kapısı’nda Seyyid Nizameddin türbelerini bakım ve onarımdan geçirdi. Bugün Yunanistan sınırları içinde kalan Alasonya’da, mücadele ruhu ve hamiyetiyle Osmanlı’nın efsane paşaları arasına giren Şehid Abdülezel Paşa’ya türbe yaptırdı. Ordunun son zaferleri arasında yer alan Dömeke meydan muharebesinin yapıldığı yere bir şehitlik inşa edildi. Sultan’ın ilgilendiği meşhur türbeler arasında Şam Selahaddin Eyyübî, Rakka Süleyman Şah türbeleri ve Karacaahmet’te yer alan Şair Nabi türbesi de yer almaktadır. Sultan, Devlet-i Aliyye’nin hamurunda mayası bulunan tüm bu salih zatların türbeleriyle ilgilenmeyi bir vazife olarak görüyordu.

 

________________ 

Selim Uğur, Mostar Dergisi, Sultan Abdülhamit Han özel sayısı, sayı 156.

 


Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir