Buradasınız :  Makaleler/ Ehli Tasavvuf Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerifi
Kategori:
Makaleler
6330 kez Okunmuş

Ehli Tasavvuf Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerifi

 

Türkçe olarak yazılmış eserler içinde en çok okunmuş ve okunmakta olan eser halen Süleyman Çelebi hazretlerinin Vesiletü'n-Necat isimli Mevlid-i Şerifidir. Osmanlı'nın Fetret Devri'nde 1409 yılında Bursa’da kaleme alınmış bu eserin büyük bir teveccüh ile karşılanıp neredeyse iki yüz civarında Türkçe mevlid yazılmasına rağmen hepsinden fazla okunması, ihtiva ettiği hikmetlerle alakalıdır. Bu hikmetleri bir bir sıralamadan önce, sahabe devrinden itibaren Fahr-i Kainat Efendimiz'in (s.a.v) mübarek doğum gününe denk gelen gecelerde Efendimiz'in doğumunu ve çocukluğunu anan rivayetlerın anlatıldığı, onu metheden şiirler okunduğu kaynaklarımızda aktarılmıştır. Bu güzel adet, asırlar sonra Erbil Sultanı Muzafferüddin Kökbörü tarafından resmi bir ihtifale dönüştürülmüştür. Büyük alim İbn Hacer (rah.) Kökbörü Sultan’ın bu adeti Allah dostlarında gördüğünü ve bu işi herkese yaymak istediğini yazmıştır. İbn Hacer ve diğer alimlerimiz bu güzel adetin,  Efendimiz'in (s.a.v) Sünnetine münasip olduğunu hadislere dayandırarak anlatmışlardır.

 

Mevlid-i şerif ihtifallerinde Arapça ve Farsça birçok na’t-ı şerif okunagelmiş ve bu meclislerde okunmak üzere şiirler de kaleme alınmıştır. Süleyman Çelebi hazretlerinin eserinden önce de Mustafa Darir'in manzum siyerinin okunduğu rivayetler arasındadır. Ancak Vesiletü'n-Necat ile neredeyse bütün Osmanlı coğrafyasında bu mevlid okunmaya başlanmıştır. Hatta zamanla bu eser, Kürtçeye, Arapçaya, Arnavutçaya, Boşnakçaya, Rumcaya, ve Gürcüceye de tercüme edilmiştir. Günümüzde Türkiye'de en  çok okunan Kürtçe ve Bosna'da okunan Boşnakça mevlidler bu tercüme eserlerdir.

 

Peki. Süleyman Çelebi hazretlerinin eserinin hikmeti nereden gelmektedir?

Öncelikle birçok Allah dostunun, tarikat Pirinin de mevlid yazdığını biliyoruz. Buna rağmen bu eser, hepsinin üstünde bir şöhrete kavuşmuştur. Bu durum üzerine, bazı arif kimseler, bu eserin mukaddes bir vakitte kaleme alındığını, manevi feyiz ve bereketinin bundan kaynaklandığını ifade etmişlerdir.

 

Bir diğer hikmeti de eserin müellifi olan Süleyman Çelebi hazretlerinin kendisidir. Dedesi evliyaullahtan ve ilk dönem Osmanlı idaresinde vazifeli olan bir paşadır. Babası da muttaki bir zat olan zat olan ivaz Paşa’dır. Süleyman Çelebi hazretleri çocukluğundan itibaren ahlakı ile temayüz etmiştir. lslami ilimleri tahsil ettikten sonra güzel ahlakı ile Bursa’da tanınmış ve Orhan Gazi merhumun mücahit ve müttaki oğlu Süleyman Paşa’nın müsahibi olmuş, her daim onun yanında bulunmuştur.

 

Onun faziletleri Yıldırım Bayezid Han’ın kulağına gidince, sultanın imamı olarak tayin edilmiştir. Burada en dikkat çekici huşu, Osmanlı’nın ilk asrında hanedanından idarecilerine, esnafından ulemasına kadar herkesin takvaya, ihlasa önem vermesi ve çevresindeki kişileri buna göre tayin etmeleridir. Bu durum Osmanlı’nın ilk asırlarındaki meziyet ve faziletin anlaşılmasına da vesile olacaktır. Yıldırım Bayezid Han’ın vefatından sonra Şehzade Süleyman’ın himayesine girmiş ve onun kayınpederi olmuştur. Süleyman Çelebi hazretleri aynı zamanda Nurbahşiyye tarikatına mensup olan Emir Sultan intisap etmiş ve ondan hilafet almıştır. Sultan imamlığından sonra Süleyman Çelebi (rah.) Ulu Cami imamlığına tayin edilmiştir. Vefatına kadar da bu vazifede kalmıştır.

 

Bu eserin diğer hikmeti de sebeb-i telifi, yani yazılış sebebidir. Güldeste-i Riyaz-ı İrfan ve Tezkire-i Latifi gibi eserlerde anlatıldığına göresebebi şöyledir; O zaman Bursa’da bir vaiz türemiş. Bir gün vaaz esnasında “Allah’ın peygamberlerinin hiçbiri arasında ayrım yapmayız.” (Bakara, 285) mealindeki ayet-i Kerime’yi tefsir ederken “Bu ayet-i Kerime mucibince be hz. Muhammed Mustafa’yı, Hz. İsa’dan üstün tutmam” demiştir. Dinleyiciler arasındaki arap bir Alim, gayrete gelerek vaizi kesin ve açık deliller ile ilzam etmek için “Hay Cahil! Sen tefsir ilminde eksiksin, ayetlerin nasih ve mensuhlarından, müşabih ve müteşabihinden gafilsin. ‘Resuller arasında fark yoktur’ demek risalet ve nübüvvet makamındandır. Fazilet mertebesinde değil,” demiştir. “Eğer bu ayet-i Kerime’nin manası her yönden demek olsaydı, o zaman aynı surede “O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık” (Bakara, 253) buyrulur muydu?” deyip vaizi susturmuştur.

 

Bu vakadan sonra bazı cahiller, vaize taraftar olmuşlar. Bunun üzerine Süleyman Çelebi (rah.) çok müteessir olmuş ve Fahr-i Kainat Efendimiz’in (s.a.v) muhabbetini gönüllere nakşetmek için bu mevlidi kaleme almıştır. Yani bu eser, gayretullah’a dokunacak bir fitneyi bertaraf etmek için, Muhabbet-i Resulullah ile dolu bir gönülden taşan sözlerdir. Bu yüzdendir ki her nerede söyleniyor ise gönüller yumuşar, diller salatüselam ile bülbüller gibi şakır.

 

Bu eserin bir diğer hikmeti de rafizilerden olan bir vaize cevaben yazılmış olmasına rağmen asla münazaa üslubu taşımıyor olmasıdır. Süleyman Çelebi hzreteleri, bir sapkın vaizi susturmak yerine, milyonlarca mümin’in gönlünü muhabbet ile doldurmayı tercih etmiş ve bu şekerden tatlı eserin içine münakaşa katarak tadını bozmamış, kekrelik katmamıştır. Halisane yazılmış ve halisane okunmuştur. “Kalpten kalbe yol vardır” sözü hikmetince asırlar boyunca bu eser, her mecliste okunmuştur. Öyle tatlı bir üslup ile söylenmiştir ki bu eser ciltler dolusu kitaplardan daha istifadeli olmuş, Anadolu’nun her evinde, camisinde, tekkesinde hayır üzere akdedilen her meclisinde okunmuştur. “Allah adın zikredelim evvela” diyerek başlanmış sözlere, her daim vird-ü zeban olması gereken zikrullahı gönüllere, dillere nakşetmiş, muhabbet-i Resulullah’ı ümmetin nesline muhken bir şekilde aşılamıştır.

 

“Ger dilersiz bulasız oddan necat / Aşk ile derd ile eydin essalat” diyerek gök kubbenin salatüselam ile dolmasına vesile olmuştur. Onun tek derdi “Pes Muhammed’dir” bu varlığa sebeb / Sıdk ile onun rızasın kıl taleb”, dediği gibi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in rızasıdır ve “Kim beni ol bir dua ile ana” diyerek istediği duadır.

 

Vesiletü’n-Necat’ın böyle hikmetamiz bir eser olması ve büyük bir hüsnü teveccüh ile karşılanması, mevlid-i nebi ihtifalinin de herkesçe sahiplenilmesini sağlamıştır. “Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır / Bu gelen tevhid ü irfan kanıdır / Bu gelen aşkına devreyler felek / Yüzüne müştaktır ins ü melek” diyerek müminleri Allah Resulü’nün aşkıyla bezemiştir. Ayrıca eserine tevhidin inceliklerini, Ehl-i Sünnet itikadının temel esaslarını ve tasavvufun önemli hususiyetlerini çok ince bir şekilde nakşederek milyonlarca kimseyi latif bir üslup ile terbiye etmiştir. Şüphesiz bu büyük bir keramettir. Fahr-i Kainat Efendimiz’in hatrını incitmeye çalışan bir gafile karşı, hem de devletin fetret içinde olduğu bir zamanda, bu gaileden çıkış yolunu gösterecek bir eserle, müminlerin asıl mayası olan muhabbet tohumlarını ihlas ile ekmiştir. Allah Teala Süleyman Çelebi hazretlerinden ve onun yolunda, onun gayretiyle mevlid yazan Şemseddin Sivasi gibi nice Allah dostundan ve geçtiğimiz srın büyüklerinden olan ve mevlid sahibi Alvarlı Efe ve ihramcızade hazretlerinden razı olsun. Bizi ve neslimi onların muhabbetlerinden, gayretlerinden mahrum bırakmasın.

 

Sözü Osmanlı’da Mevlid’in nasıl bir muhabbetle karşılandığını anlatan ve Süleyman Çelebi hazretlerinden iki asır sonra yaşamış olan Nefeszade Abdurrahman Efendi’nin daveti ile bitirelim:

 

“Ey Hüda’dan lut-i ihsan isteyen / Mevlid-i Pak-i Resulullah’a gel / Cennet içre hur u gılman isteyen / Mevlid-i Pak-i Resulullah’a gel”

 

 Ali Sözer / Mostar, 180.Sayı


Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir