Soru: “Mânevi terbiyeyi ikmâl etmek ve kemâl kazanmak için ahlâkî ve tasavvufî eserleri yalnızca okuyarak ve gereğini gerektiği şekilde yaşayarak yetişmek yeterlidir. Bir mürşid aramaya ve şeyhi benimsemeye lüzum yoktur” gibi iddialarla şeyh seçimine karşı çıkanların düşünceleri doğru mudur?
Cevap: Bu tür fikir ve iddialar yalan değil, fakat yanlıştır. Zira, tasavvufî eserleri okumakla boş yere ömür tüketeceğine, o eserlerdeki sözler kendisinde hâl olmuş ve şahsında yaşanır bir şekle getirmiş canlı bir mürşide teslim olup onun işareti üzere amel ederek zikir, fikir, huzur, Allah’ın dışındaki diğer duygu ve düşüncelerden kalben kopmaya çalışması daha iyi ve daha kolaydır. Ancak sen; ben bir mürşidi şeyh olarak benimsemeden, şer’î ve tasavvufî eserleri okuyarak nefsin gailelerini, kalbin hastalıklarını ve tedavi yollarını öğrenebilirim, dersen ben de buna evet cevabını veririm. Ne var ki bir kimsenin zikir, fikir, huzur, kalbi ilgi ve alâkalardan kurtulması, vücûd ve varlığıyla bir anlık meşguliyeti, sayısız kitap ve eserleri kuru kuruya okunmaktan daha hayırlıdır.
Hazret-i Şâh-ı Nakşbend (k.s): “Bize göre namaz ve oruç (sadece zahiri adabın yerine getirilerek yapılması itibariyle) Allah’a götüren yol olsa bile en kısa ve kestirme vuslat yolu nefy-i vücûd usulü (ile bu ibadetleri hakikatleri ile yapmaktan ibaret)dür. Nefy-i vücûd (beşerî ve bedenî ihtiyaç ve icapların Allah’ı unutturmasından kurtulma) olmadıkça, yalnızca namaz ve oruç, gaflet ve nisyânı giderecek derecede vuslata yetmez.” Bu sebeple: “Nefsinin duygu ve düşüncelerinin Allah’ı unutturacak ve dolayısıyla günahlara batacak şekilde dünyaya yönelişi, diğerleriyle mukayese edilemeyecek derecede büyük bir günahtır.” buyrulmuştur. Bundan dolayıdır ki sâlikin, zâhirî ve bâtınî istimdaddan elde ettiğini, sadece şekilden ibaret olan namaz ve oruçta bulması mümkün değildir. Ey sâlik! Bu durumu göz önünde bulundurarak farz, vacip ve farza bağlı sünnetlerin dışında kalan faydasız şeylere pek iltifat etme. Bunun yerine, kalbini mâsivâ bağından, Allah’tan gafil bırakan her şeyden sıyırmaya çalış. İşlerini, Allah şuurunu dipdiri hissederek yap. Kötü âdet ve alışkanlıklarını ifnâ ve imhâ etmeye gayret eyle. Mâbud-ı ilâhî’ye vuslat, her an onun azamet, kudret ve tasarrufunu yanı başında hissetmen, özüne, sözüne ve hareketlerine bu duyguyla şekil vermendir.
Bâyezîd-i Bistâmî (k.s): “Allah’ın azamet ve kudretini düşünerek bir an muhasebe ve murakabe ile oturmak, şuursuz yapılan bin (nafile) hacdan hayırlıdır. Allah’ın dışındaki bütün duygu ve düşünceleri bir kenara iterek, yalnız onu tefekkür etmek, gafletle îfâ edilen bin hacdan hayırlıdır. Çünkü bunlardan birincisi; azamet-i ilâhiyyeyi hissederek ve düşünerek bir anda vuslata erer ve nisyândan kurtulur. Ama ikincisi ise; kitap ve bilgi yüküyle dolu merkep gibi hacca gider. Fakat Hakk’ın azametini, onun va’d ve va’îdini hissedemez, düşünemez ve dolayısıyla kötü ahlak ve alışkanlıklardan da kurtulamaz” buyurmuştur.
Kaynak: Ömer Ziyâuddîn Gümüşhânevî, Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar, s.28.