Cenab-ı Mevlâ bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyurur:
“Sen onlara sırf Allah’ın rahmeti sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.”
Bu ve benzeri nice ayet-i kerimede Cenab-ı Hak bizlere “tatlı dilli, güzel sözlü, yumuşak, lütufkâr ve iltifatkâr olmamızı emretmekte; sertlik, kabalık ve katılıktan sakındırmaktadır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Güzel söz sadakadır.” buyurarak insanlara gönül alıcı sözlerle hitap etmenin önemi üzerinde durmuşlardır. Kendileri Allah yolunda çektikleri onca çile ve eziyete rağmen kalplerindeki sevgi ve merhametin bir tezahürü olarak ashabına daima güler yüzle muamele etmişlerdir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin izinden giden sahabe-i kiram ve Hak dostları da böyledir. Lâtif, rakîk ve kibar davranışlarıyla insanların gönüllerini fethetmişler, bazen kendileri ıstırap içindeyken bile mütebessim çehreleriyle etrafındakilere huzur ve mutluluk bahşetmekten geri durmamışlardır.
Kâmil zatların bütün muameleleri Allah Tealâ’nın rızası içindir. Allah için sever, Allah için buğzederler. Tabii ve içten geldiği gibi davranırlar. Gösterişleri, tasannuları yoktur. Onların iyilik, kerem, af ve müsamahalı yaklaşımları en azgın, en günahkâr, en şerli insanları dahi yola getirmiş, hiç değilse kötülüklerini azaltmıştır.
Allah dostlarının en büyük korkularından biri kalp kırmak, insanları incitmektir. Çünkü kalp Allah Tealâ’nın nazar ettiği makamdır. Bu konuda İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû şöyle demiştir:
“Cenab-ı Hakk’ın mukaddes zâtına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O halde ister mümin olsun ister âsi olsun, kalbe eziyet etmekten sakınınız. Çünkü komşu âsi de olsa himaye altındadır. Aman bundan uzak durun! Çünkü küfürden sonra kalbe eziyet etmek kadar Allah Tealâ’nın gazabına sebep olan başka bir günah yoktur.”
Hz. Mevlâna kuddise sırruhû ise şöyle demiştir: “Senin bir saman çöpü kadar değer vermediğin yıkık gönül, Arş’tan, Kürsi’den, Levh’ten ve Kalem’den daha üstündür. Hor bile olsa gönlü hakir tutma. O horluğuyla yine de üstünler üstünüdür. İyi bil ki sen, Allah Tealâ’nın nazargâhı olan bir gönlü incitip kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak da gitsen günahını telafi edemezsin.”
Sâdât-ı Kiram hazretleri kalp kıran sûfînin aşk ve muhabbetinin de gideceğini belirterek şöyle buyurmuşlardır:
“Sûfîlerin sırtına basmayın. Halîm olun, yumuşak olun, sâdık ve mütevazı olun. Daima muhtaçlık yolundan gidin. Kalpler kırılmasın. Kalp, Kâbe-i Halîl’dir, Allah Tealâ’nın nazar ettiği yerdir. Dikkat edin! Başkalarının kalbini kırarsanız muhabbetiniz gider.”
Sâlih amel sadece abdestten namazdan ibaret değildir. Güzel ahlâk da sâlih ameldir. Yunus Emre kuddise sirruhûnun dediği gibi,
Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.
Allah Tealâ’nın katında kimin ne olduğu bilinmez. O yüzden hiç kimseyi hakir görmemek, incitmemek gerekir. Hadis-i Şerifte: “Saçı sakalı birbirine karışmış, eski ve yıpranmış elbiseler içinde, kimsenin itibar etmediği niceleri vardır ki, Allah’a yemin etse Allah onun yeminini boşa çıkarmaz.” buyrulmaktadır.
Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, değer vermeyip haksız yere gönlünü kırdığımız insan ya bir de Allah Tealâ’yı zikreden, O’nun aşkıyla yanıp tutuşan biriyse... Veya Cenab-ı Mevlâ’nın günde nice kere kalbine tecelli edip “Kalbin nasıl?” diye yokladığı bir zât ise... O zaman halimiz nice olur? O kalbin sahibi olan Zât-ı Zü’l-Celâl hazretleri buna razı olur mu ya da bunu o kişinin yanına kâr bırakır mı?
Büyükler evliyayı incitmenin Arş-ı A’lâ’yı titreteceğini söylemişlerdir. Allah korusun Arş-ı A’lâ titrerse o kişinin son nefesinde iman selameti tehlikeye girebilir. Bazen de birinin kalbini kırarsınız. Fakat incittiğiniz, kalbini kırdığınız mazlum kişi size hiçbir karşılık vermez. İçinde kopan fırtınalara rağmen sabredip işini Rabbi’ne havale eder, boynunu büker, geçip gider. Bu çok tehlikelidir. Zalimin hesabı genellikle beklemez, bela acilen gelir. Çünkü gayretullaha dokunur.
Erzurumlu İbrahim Hakkı kuddise sırruhû yedi sekiz yaşlarında bir çocukken, hocası İsmail Fakirullah kuddise sırruhû onu testiyle pınardan su doldurmaya gönderir. İbrahim Hakkı hazretleri tam suyu dolduracakken bir atlı gelir, “Çekil oradan be çocuk!” diye azarlayarak atını üzerine sürer. O da can havliyle kenara çekilirken düşer ve testi kırılır. Ağlayarak tekkeye döner ve olan biteni hocasına anlatır. Talebesinin edebinden dolayı hiçbir mukabelede bulunmadığını öğrenen İsmail Fakirullah hazretleri, İbrahim Hakkı’ya, “Çabuk git ve o adama fena bir söz söyle!” diye tembihler. Fakat pınara kadar giden çocuk, edebinden yine bir şey söyleyemeden geri döner. İsmail Fakirullah hazretleri durumu öğrenince, “Yazık oldu, bir testiye bir adam!” diye hayıflanır ve talebesi İbrahim Hakkı hazretlerini tekrar gönderir. Bu sefer kararlı bir şekilde koşarak pınarın başına gelen çocuk bakar ki at adamı sırtından atmış, yerde ölü bir vaziyette yatıyor.
Hal böyle olmakla birlikte tasavvufî neşveye sahip bir yetişkinin incitmesi kadar incinmesi de büyük bir meseledir. Sâdât-ı Kiram hazretleri sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İnsan köprü gibi olmalı. Âlim, cahil, münafık hepsi üzerinden geçmelidir. Toprak gibi olmalı, karşısındaki ne kadar kızarsa kızsın gönül koymamalı ve yumuşak davranmalıdır. Muhatabına kötü kelimelerle mukabelede bulunmamalı, ‘Bana şunu dedin! Bunu yaptın!’ dememelidir. Tenkit edenleri anlamaya çalışmalı, kendisini üstün görmemeli, bilakis tenkit eden şahsın elini öpmelidir.
Kardeşlerinizin çoğu sizin hizmet adına ne yaptığınızı bilmeyebilir. Sıkıntılarınızı Allah Tealâ bilsin yeter. Başkalarının lafları sizi yıldırmasın. Yaptığınızı Allah rızası için, sevdiğiniz zâtın hatırı için yapın.”
Rabbim cümlemizi sevdiğimiz zâtın hatırına bağışlasın.
Tevfik ve inayetiyle...
Kaynak: S. Mübarek Elhüseynî, Semerkand Dergisi, Eylül 2020.