Buradasınız :  Makaleler/ Hizmette Edep
Kategori:
Makaleler
3712 kez Okunmuş

Hizmette Edep

 Hizmet müminin aynasıdır. Hizmet, imanın ve güzel Müslümanlığın ölçüsüdür. Hizmet, Cenab-ı Hakk’ın ahlakının kulda yansımasıdır. Kul rahman ve Rahim olan Rabbini tanıdığı ölçüde O’nun kullarına merhametli, faydalı ve yakın olur. Resûlullah (s.a.v) Efendimizin tarif buyurduğu gibi, gerçek Müslüman, insanların kendisinden bir zarar görmediği, herkesin ondan rahat ettiği, emin olduğu, fayda gördüğü bir kimsedir. Kendisine güvenilmeyen, insanları sevmeyen ve kimse tarafından da sevilmeyen kimse imanın tadını tadamaz.[1]

 

Arifler: “Hizmetteki edep hizmetten daha üstündür.” demişlerdir. Bütün ilahi emirler, ibadetler, hayır ve hizmetler edep öğrenmek içindir. Her işi edep güzelleştirir.

 

Manevi terbiyenin sonu, halktan kaçmak, işten el etek çekmek değil, halkın arasına dönmek ve hizmet etmektir. Tasavvuf terbiyesinin en büyük hedefi insanı herkese rahmet olacak bir kıvama getirmektir. Öyle bir kimseden Cenab-ı Hak da razı olur, bütün yaratılmışlar da razı olur.

 

Büyükler sufiyi şöyle tarif ederler:

 

Sufi, Allah için her şeyini feda eden kimsedir. Sufi, toprak gibidir; herkesi üzerinde taşır. Nasıl ki toprağa bir pislik atılsa, toprak onu içine çeker temizler. Sonra güzel meyve ve çiçek olarak meydana çıkarır. Sufi de böyledir; ona kim nasıl davranırsa davransın ondan sadece güzellik ve hayır ortaya çıkar.

 

Sufi, güneş gibidir; herkesi aydınlatır, ısıtır, olgunlaştırır. Sufi, Yüce Rabbi ile huzur bulmuştur; herkese huzur verir. Sufi, hak adamıdır; hak söyler, haklıyı sever, hak kimde ise onu över. Sufi, Hakk’a aşıktır: Hak adamı halkla çekişmez, çekişmeyi bilmez.

 

Allah dostları, alemlere rahmet olan Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin meşrebi üzere hareket etmeyi en büyük gaye edinmişlerdir. Efendimiz (s.a.v) hiçbir ayırım yapmadan bütün insanları muhatap almış ve hepsine rahmet olmuştur. Muhataplarına dost veya düşman diye değil, Allahu Teala’nın kulu gözüyle bakmıştır. Yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmamıştır, hiç kimseyi minnet altına sokmamıştır. Onun en büyük sünneti, başkasının yükünü çekmek, ihtiyaçlarını gidermek ve yüzünü güldürmektir.

 

İşte bütün hayatını Allah için halka hizmete adayanlar ve bununla Allah rızasını arayanlar, Efendimizin (s.a.v) bu meşrep ve mesleğini iyi tanımalıdır. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bütün insanlığı hizmet hedefi göstermiş ve şöyle buyurmuştur:

 

“Bütün halk Allah’ın bir ailesi durumundadır. Bu aile içindeki insanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır.”[2]

 

Arifler demişlerdir ki: “Bir kimse bütün halkı kendisi için bir âile ferdi gibi görmedikçe gerçek sufi olamaz.”[3]

 

Nakşibendi yolunun piri Şah-ı Nakşibend Hz.leri, bu yolun usul ve meşrebini şöyle tarif etmiştir:

 

 “Bizim usulümüz, halkın içinde Cenab-ı Hak ile beraber olmaktır. Yolumuz sohbet ve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, halkın içinde bulunup herkese Allah rızası için hizmet etmektedir.”[4]

 

Hizmetin Kıymeti

 

Allah rızası için bir hizmetin içinde bulunmak kadar kazançlı bir iş yoktur. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz hizmet ehlini şöyle övmektedir:

 

“Bir topluluk içinde en büyük sevabı onlara hizmet eden alır.”[5]

 

“İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara en faydalı olandır.”[6]

 

”Sadakaların en faziletlisi, Allah yolunda hizmet etmektir.”[7]

 

Kardeşlere yapılan hizmet, nafile ibadetten daha üstündür. Bu konuda şu hadisleri hatırlatmamız yeterlidir:

 

Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bir müminin ihtiyacı için koşmanın faziletini ve şerefini şöyle belirtiyor:

 

“Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem bana, şu mescidde (Mescid-i Nebide) oturup bir ay itikafa girmekten daha sevimlidir.”[8]

 

Hizmetin en büyük kerameti insanı Allahu Teala’nın sevgi ve yardımına mazhar etmesidir. Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:

 

“Bir kul, din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.”[9]

 

Ashabtan Abdullah İbnu Abbas (r.a), Hz. Peygamber’in (s.a.v) mescidinde itikafa girmişti. Yanına bir adam geldi, selam verdi ve oturdu. İbnu Abbas (r.a) adamın yüzüne baktı, onu biraz kederli gördü:

 

-Ey falancı! Seni kederli ve üzüntülü görüyorum, bir sıkıntın mı var? Diye sordu. Adam:

 

-Evet, ey Allah Rasülünün amcasının oğlu. Falancının üzerimde velâ hakkı var, para karşılığında beni hürriyetime kavuşturdu. Fakat şu kabirde yatan Peygamber hakkı için söylüyorum, üstlendiğim borcu ödeyecek gücüm yok” dedi. İbnu Abbas (r.a):

 

-Ona senin hakkında konuşsam olur mu? Diye sordu. Adam:

 

-İstersen bir konuş” dedi. İbnu Abbas (r.a) hemen ayakkabılarını giydi, mescitten çıktı. Adam:

 

-İtikafta olduğunuzu unuttunuz herhalde!” diye hatırlatmada bulundu. İbnu Abbas (r.a):

 

-Hayır unutmadım. Fakat ben şu kabirde yatan Hz. Peygamber’i (s.a.v) işittim. O aramızdan ayrılalı çok geçmedi. Bu arada İbnu Abbas’ın gözlerinden yaşlar boşandı. Sözüne devam etti: Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:

 

“Kim bir din kardeşinin ihtiyacını gidermek için yürür ve sıkıntısını giderirse, bu yaptığı onun için on senelik itikaftan daha hayırlıdır. Halbuki, kim Allahu Teala’nın rızası için bir gün itikafa girse Allahu Teala onunla cehennem ateşi arasında üç hendek koyar. Her bir hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.”[10]

 

Ashabın büyüklerinden Muaz b. Cebel (r.a) demiştir ki: Allah yolunda cihada giden arkadaşlarımın eşyalarını hazırlamam, yüklerini düzeltmem ve bineklerini çekip çevirmem bana on nafile hacdan daha sevimlidir.”[11]

 

Ebu Kilabe el-Basri (rah.), şu hadiseyi anlatmıştır:

 

“Resûlullah (s.a.v), yolculuk yaparken ashabını gruplara ayırıyordu. Bir defasında grubun birisi Efendimiz’in (s.a.v) huzuruna gelerek gruptaki bir şahsı şöyle övmeye başladılar:

 

“Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunun gibisini görmedik. Bir yere indiğimizde hemen namaza koşar; durmadan namaz kılar. Hareket edince tek işi Kur’an okumaktır. Bir de devamlı oruç tutuyor.” dediler. Resûlullah (s.a.v):

 

“Ona bunları yapma imkanını kim veriyor. O bunları yaparken ihtiyaçlarını kim görüyor?” diye sordu. Arkadaşları:

 

“Bizler!” diye cevap verdiler. Resûlullah (s.a.v), aynı soruyu bir kere daha sordu. Onlar tekrar:

 

“Bizler!” diye cevap verince, Efendimiz (s.a.v):

 

“Bu durumda sizin hepiniz ondan daha hayırlısınız buyurdu.”[12]

 

Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) hizmetin ibadetler içindeki sevap ve yerini şöyle belirtir:

 

“Hâcegân yolunda (Nakşibendî terbiye sisteminde) içinde bulunulan vaktin icabı neyse ona göre davranılır. Şahsi zikir ve murakabe, ancak Müslümanlara hizmet edecek bir durum olmadığı zaman yapılır. Gönül almaya vesile olacak bir hizmet, zikir ve murakabeden önce gelir. Bazıları nafile ibadetlerle uğraşmanın hizmetten üstün olduğunu zannederler. Halbuki gönül feyzini temin eden şey Allah için başkalarına hizmet etmektir.”[13]

 

Ölçü şudur: Hak yolcusu farzların dışında hangi iş ve ibadeti yapacağını kendisi belirlemez. Tercihi mürşidine bırakır. Mürşid ona hangi işi ve nafile ibadeti gerekli görüyorsa onu emreder. İnsan için en hayırlısı ve emniyetlisi odur. Hizmet eden zikir çekmez denemez. Zikir, duruma göre değişik şekillerde yapılabilir. Fakat şunu unutmamak gerekir: Zikir hiç ara verilmeyecek bir ibadettir. Bütün ibadetlerin hedefi devamlı zikir hâlini muhafaza etmektir. Kalbin Yüce Allah ile irtibatını ve uyanıklığını artırmayan bütün hizmetlere şeytan karışmış olabilir. Bu durumda hizmet ehli, niyet ve vaziyetini bir daha kontrol etmelidir. Hizmetteki hedef, hem nefsimize hem de mümin kardeşlerimize fayda vermektir. Asıl fayda, Yüce Allah’a yakınlık sağlayıp dost olmaktır.

  

İnsanı Hizmet Ölçer

 

Mürşid, müridin olgunluk seviyesini insanlarla geçimi ve halka hizmeti ile ölçer. Güzel geçim ve hizmet kadar insanın cevherini ortaya koyan hiçbir şey yoktur. İmandan sonra her mümin güzel ahlakı ile ölçülür. Güzel ahlak, Yüce Allah’ın ve halkın haklarını güzel korumaktan ibarettir. Bununla herkesin niyeti, kabiliyeti, aklı, ilmi ve ulaştığı terbiye seviyesi belli olur.

 

Abdurrahman-ı Tâhî Hz.leri şöyle buyurur: “Nisbet (manevi feyiz ve yardım) hizmete göredir. Hizmetteki ilahi rahmet hiçbir şeyde yoktur. Nakşibendi tarikatında rahmete sebep olacak her türlü amel ve hizmet vardır. İbadet için evine kapanıp halkın hizmetinden kaçan kimse, pek çok hayırdan mahrum kalır. Sadece zikirle yetinmek olmaz. Mal ve can ile Allah yolunda cihat ve gayret etmek gerekir.”[14]

 

İnsanın Allah rızası için yaptığı bütün ameller, gayretler, harcamalar hizmetin içine girer. Bunun için hizmetteki edepleri bilmemiz ve korumamız gerekmektedir.

 

Hizmetin temeli ve ruhu ihlastır. İhlasla yapılan hiçbir işe küçük denmez. Allah rızası için mescitten atılan bir çöp bile hayırdır, hizmettir. İnsan bir hayır yaparken ne yaptığından çok, onu kim için yaptığına bakmalıdır.

 

Hizmeti kullanıp içimizdeki nefsani hisleri tatmin etmek, insanların rağbetini çekmek, özel çıkarlar sağlamak, baş olma hevesine kapılmak, hizmet edip hürmet beklemek doğru değildir.

  

Hizmetin Alanı

 

Hizmette sınır olmaz, yer ve insan seçilmez, cemaat ve millet taassubuna düşülmez. Allahu Teala’nın yarattığı bütün mahlukat hizmette hedeftir. Mümine hizmet gerektiği gibi, mümin olmayan, inkar içinde koşan, haramlara bulaşan insan da hizmete muhtaçtır, ilgiye layıktır. Hizmet, karşımızdakinin ihtiyacını gidermektir.

 

Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) der ki:

 

“Ben bu yolun feyzini tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi de hizmet yolundan götürdüler. Ben hizmette insan ayırımı yapmadım, hayır umduğum herkese hizmet ettim. Heri’deyken sabahları hamama gider ve Müslümanlara hamamda hizmet ederdim. Hizmette iyi veya kötü, beyaz veya siyah, kuvvetli veya zayıf ayırımı yapmadan herkese hizmet ederdim. Hizmetime karşılık olarak kimse bana bir ücret vermesin diye, işimi bitirir bitirmez hemen hamamdan uzaklaşırdım.”[15]

  

Hizmet Ahlakı

 

Hizmette ben yoktur, biz vardır. Benlik birlik için feda edilmelidir ki güzel geçim olsun. Hizmetteki kardeşlerimiz ile doğruyu bulmak için konuşuruz, tartışırız, araştırırız, fakat sonuçta bir noktada anlaşırız. Katiyyen fitne ve ayrılığa kapı açamayız. Birbirimize nefis için kızıp küsülü duramayız. Özellikle başımızdaki idareciler ile farklı düşündüğümüz durumlarda ya onları bizim tercih ettiğimiz doğruya ikna etmeliyiz, ya da onların tercih ettiği doğruya ikna olmalıyız. Aksi tavır ve davranışlar ile hizmeti aksatma hakkımız yoktur. Şu örneği iyi düşünelim.

 

İmam Zühri (rah) nakleder:

 

Resûlullah (s.a.v) Efendimiz Şam tarafına Kelb ve Ğassan kabileleri üzerine gördermek üzere iki grup asker hazırladı. Birisinin başına Ebu Ubeyde b Cerrah’ı (r.a), diğerinin başına da Amr b. As’ı (r.a) kumandan yaptı. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer (r.a) Ebu Ubeyde’nin kumandasındaki grupta bulunuyorlardı. Haraket edecekleri sırada Resûlullah (s.a.v) Efendimiz Ebu Ubeyde ile Amr’ı saadetli huzuruna çağırdı ve:

 

-Siz ikiniz sakın birbirinize karşı gelmeyin! diye tenbihatta bulundu. Yola çıkıldı. Medine’den ayrıldıklarında, Ebu Ubeyde (r.a), Amr b. As’ı (r.a) bir kenara çekti ve:

 

-Biliyorsun Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bana ve sana: “birbirinize karşı gelmeyin!” diye tenbihatta bulundu. Öyleyse ya sen bana uyacaksın ya da ben sana uyacağım” dedi. Amr b. As:

 

-Sen bana uy, idare bende olsun! dedi. Ebu Ubeyde:

 

-Tamam, ben sana uyacağım, dedi ve Amr b. As iki ordunun da kumandanlığını üstlendi. Bu durum Hz. Ömer’in hoşuna gitmedi. Ebu Ubeyde’ye:

 

-Sen Nâbiğa’nın oğlu Amr’a mı uyuyorsun? Onu kendine, Ebu Bekir’e ve bizim üzerimize kumandan mı yapıyorsun? diye söylendi. Ebu Ubeyde (r.a):

 

-Canım kardeşim! Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bana ve ona: “birbirinize karşı gelmeyin!” diye tenbihatta bulundu. Ona itaat etmeseydim Rasulullah’a (s.a.v) asi olurdum, halk işin içine karışırdı. Fitneden korktum. Vallahi ben Medine’ye dönünceye kadar ona tabi olacağım, dedi.[16]

 

Hizmette en önemli fedakarlık işte böyle olur. Hizmet ehli nefsini değil hizmeti düşünür. Hizmet ayağa kalksın diye gerekirse nefsini ayaklar altına serer. Bu yolda Allah için tevazu gösterip alçak gönüllü olan kimselerin başı Arş’a değer. O kimseyi Yüce Allah sever. Bu şeref de ona yeter.

 

Hizmette kin, intikam, acelecilik, düşmanlık, haset ve ihanet olmaz. Hizmet, ihlas kadar edebe ve sevgiye muhtaçtır. Dili acı, yüzü sert, kalbi katı, gönlü dar olan kimse, hizmet edeyim derken hezimete sebep olur. Kalpleri toplamak yerine dağıtır, ısındırayım derken soğutur ve sevdirmek yerine nefret ettirir.

 

Hizmet içindeki kardeşler birbirlerine edep içinde şefkat ve merhametle davranmalı, acı sözden, asık yüzden çekinmeli, hizmet arkadaşları için istiğfar ve hayır dua etmelidir. Bir mümin diğer mümin kardeşi için hayır dua ediyor ve Allah’tan onun affedilmesini istiyorsa Allah’ın rahmetini üzerine çekmiş demektir. Hizmette hedef nokta kalplerin kaynaşmasıdır.

 

Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, hizmet için yola çıkan kimsede şu niyet ve ahlakların bulunmasını gerekli görmüştür:

 

1-Allah rızası için yola çıkmak.

 

2-Başındaki imama ve başkana itaat etmek.

 

3-Sevdiği malından Allah rızası için kardeşlerine infak ve ikram etmek.

 

4-Beraber olduğu arkadaşlarıyla iyi geçinmek, onlara yumuşak davranmak.

 

5-Fitne ve fesattan çekinmek.

 

Kim böyle yaparsa onun bütün uykusu ve uyanıklığı hayır olur kendisine sevap getirir.

 

 

Kim de övünmek, kendini sevdirmek ve gösteriş için yola çıkar, başındaki imamın sözünü dinlemez, insanların arasını açar ve yeryüzünde fesat yayarsa onun elde edeceği hiçbir hayır yoktur.”[17]

 

Hak yolu, kardeşini kusuruyla birlikte sevme yoludur. Bu yol, vermeyene verme, gelmeyene gitme yoludur. Bu yol, canla başla hizmet edip sonunda kendi kusuruna istiğfar etme yoludur.

 

Kendisini başkalarından kıymetli görenin ve bunun için herkesten hizmet bekleyenin Allah katında gübre kadar değeri yoktur. Cenab-ı Hakk’ın katında ve halkın yanında kıymetli olmak isteyen kimse, hizmete talip olmalıdır. İnsana verilen sevgi başkasına merhamet içindir. İkram edilen nimet, cömertlik içindir. Akla verilen feraset adalet içindir. Vücuda verilen kuvvet, Hakk’a ibadet, halka hizmet içindir.

  

Hizmet Tevazu İster

 

Hizmette iş ve yer seçilmez, verilen hizmet çeşidi ne olursa olsun onu ihlas ve samimiyetle güç yettiği kadar yerine getirmelidir. Önemli olan Allah rızası için hayırlı bir işin içinde olmaktır. Hayırlı işlerde başkan olmak bir maharet olmadığı gibi, geri hizmetlerde koşan birisi olmak da utanılacak bir şey değildir.

 

Ben bu işte ancak başkan olurum, gerideki işlere bakmam, ben basit şeylerle uğraşacak adam değilim demek ciddi bir manevi hastalık alametidir.

 

Gönlü Allah’a bağlı kimsenin hizmette nasıl davranacağını Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle ifade buyurmuştur:

 

“Müjde olsun o kula ki, bineğini alıp Allah yolunda cihada ve hizmete çıkar. Başı açık, ayakları toz toprak içinde var gücüyle bu yolda koşar. Kendisine ordunun önünde gözcülük verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır. Eğer ordunun arkasında geri hizmetleri verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır. İleride veya geride hangi iş verilse o işin gereğini yapmakla meşgul olur.”[18]

 

Bu hal gerçek hizmet ehlinin ahlakı olmalıdır. Bugün amir olan yarın memur olabilir. Bir yerde müdürlük yaparken, öbür yerde tuvaletleri yıkamak, yolları temizlemek, sırtında çuval taşımak, soba yakmak, misafirlere hizmet etmek gerekebilir. Allah adamı her iki işi de gönül hoşluğu ile yapar, kimseden utanmaz, yaptığı işi basit ve gereksiz görmez. Amir iken kibre düşmediği gibi, misafirhanede fakirlere hizmet ederken de basit bir iş yaptığını düşünmez. Şu örnekleri bir düşünelim:

 

Hz. Ebu Bekir (r.a), önceleri ticaretle uğraşıyor, çarşıya inip alışveriş yapıyordu.  Ayrıca koyun sürüsü vardı ve zaman zaman onlarla meşgul oluyordu. Bazen mahallesindeki yardıma muhtaç kimselerin koyunlarını sağıyordu. Halife olup kendisine beyat edildiği zaman, daha önce koyunlarını sağdığı bir ailenin kızı:

 

-Artık bundan sonra koyunlarımız sağılmaz!” diyerek hayıflandı. Kızın sesini işiten Hz. Ebu Bekir (r.a):

 

-Hayır, vallahi davarlarınızı sağmaya devam edeceğim. Üzerime aldığım bu işin daha önceki ahlakımı değiştirmeyeceğini ümit ediyorum, diye kızı teselli etti ve halife iken de mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. Hatta bazen koyunlarını sağdığı kimselere:

 

-Nasıl istersiniz, sütü köpüklü mü sağayım, köpüksüz mü olsun? diye sorar, onlar nasıl isterse öyle sağardı. Daha sonra bulunduğu mahalleden Medine’nin merkezine taşındı. Ticaret işiyle halifeliğin beraber yürümediğini görünce, ticareti bıraktı, bütün vaktini Müslümanların hizmet ve idaresine ayırdı. Devlet hazinesinden kendisine ve ailesine yetecek miktar maaş bağladı. Vefat edeceği sırada, elinde biriken bütün malını devlet hazinesine geri teslim etti. Üzerimde Müslümanların mallarından hiçbir şey kalmasın dedi. Bu duruma şahit olan Hz. Ömer (r.a):

 

-Ebu Bekir peşinden gelenlerin işini zorlaştırdı, onun gibi kim yapabilir, Dedi.[19]

  

Herkes Hayra Muhtaçtır

 

Hizmet ehli hayra doymaz, yaptıklarım bana yeter diye düşünüp kendisini kenara çekemez. Her hizmetin sonunda sanki bir kusur işlemiş gibi üzülürler, Allah’tan kusurlarının affını isterler, devamlı günahlarına istiğfar ederler.

 

Hiç kimse benim yaptıklarım bana yeter, başka hayır ve sevaba ihtiyacım yok diye düşünemez. Şu hadiseden ibret alınmalıdır:

 

Bedir harbinde Ashab-ı Kiramın yeterli bineği yoktu. Üç kişi bir deveye nöbetleşe binerek gidiyorlardı. Resûlullah (s.a.v) Efendimizin de özel bineği olmadığı için, bir deveye Hz. Ali ve Hz. Ebu  Lubabe ile nöbetleşe biniyordu. Efendimiz (s.a.v) kendi sırasında deveye bir müddet bindi, sıra diğerlerine geldi. Onlar:

 

“Siz bininiz ey Allah’ın Rasülü, biz yürüyelim.” Dediler. Efendimiz (s.a.v):

 

“Ben Allah’ın vereceği sevaba sizden daha az muhtaç değilim; siz de yürümek için benden daha kuvvetli değilsiniz. Herkes sırasıyla binecek ve yürüyecek.”[20] buyurdu.

  

Hizmette Öncelik Sırası Bilinmelidir

 

Hizmette öncelik sırasına dikkat etmelidir. Farz bir ibadeti ihmal edip nafile ile uğraşmak hizmet değil hezimettir. Hizmetin hedefi Yüce Mevla’nın rızasına ulaşmaktır. Kulu Allah rızasına ulaştıracak en büyük sebep farz amelleri yapmaktır. İmam Rabbanî Hz.lerinin belirttiği gibi bir farzı yerine getirmek bin sene nafile ibadetle meşgul olmaktan hayırlıdır. Bir farzın içindeki sünneti veya edebi yerine getirmek de farzın dışındaki nafile ibadetlerden hayırlıdır.[21]

 

Hizmet ehli önce farz vazifeleri ve hizmetleri yerine getirmeye çalışmalıdır. Hayır ve hizmet yapmaya en yakınlardan başlamalıdır. İnsanlar içinde anne baba hukuku en ön sırayı alır. Anne babayı aç bırakıp mahallenin muhtaçları ile uğraşmak doğru değildir. Cihadın en büyüğü Allahu Teala’ya kulluktan sonra anne baba hukukunu korumaktır. Ancak anne veya baba bir haramı emreder veya bir farzı yapmaktan engellerse o durumda kendilerine itaat edilmez.

 

Hizmet ehli ailesinin haklarını da dikkate almalıdır. Nefsi yüzünden işini ve eşini ihmal ederek hizmet başarıya ulaşamaz. Ancak hizmetin gerektirdiği fedakarlıktan kimse kaçmamalıdır.

 

Bir kadın kocasının hak yolundaki hizmetlerini destekler, yardımcı olur ve elinden geldiği kadar ona imkan hazırlarsa, onunla aynı sevabı alır.

 

Allah yolundaki hizmetlere katılan bir kadın, evli ise kocasının haklarını göz ardı edip nefsinin istediği gibi serbest hareket etmemelidir. Müslüman bir kadının koca ve çocuklarına karşı farz olan vazifelerini yapması zaten dinî bir hizmettir, en büyük hayırdır.

  

Hizmette Başarı Cemaatındır.

 

Hizmette benlik olmaz. Bütün hayırların kaynağı Allahu Teala’dır. Kuluna iyiliği ikram eden O’dur. Sonra, bir hayrın meydana gelmesi için tek sebep kulun kendisi değildir; bunun için birçok sebep mevcuttur. Gökte meleklerin, yerde salih müminlerin hayır duaları, sevgi ve himmetleri unutulmamalıdır.

 

Hizmetteki başarıyı Yüce Allah’tan, kusurları ve noksanlıları ise nefsimizden bilmeliyiz. Bizim hizmeti değil, hizmetin bizi ayakta tuttuğunu ve ancak hizmetin içinde güzel kulluk yapabildiğimizi kabul etmeliyiz. Hizmet Allahu Teala’nın bir emaneti olduğu için; onu taşıyanlar ilahi himayede olurlar. Yüce Allah dinine hizmet edenlere özel olarak yardım edeceğini, onların ayaklarını hak yolda sabit tutacağını müjdelemiştir.[22] Kulun imtihanı başarıdan sonra gelir. Her halde tevazu, şükür ve istiğfara sarılmak peygamberlerin ahlakı ve salihlerin şiarıdır.

 

Hizmet Sabır ve Cesaret İster

 

Allah yolunda çekilen çilelerin karşılığı cennet ve ilahi rızadır. Hizmet esnasında önümüze çıkan zorluklar, daha fazla sabır gösterip sevap kazanmamız içindir. Kolay elde edilen şeyler kalıcı olmaz. Hak yolunda koşan bir insanın en büyük hizmeti kendisinedir. Hizmetteki ilk fayda hizmet edene aittir. Bunun için Allah rızası için yola çıkan bir kimse, bu yolda bütün çileleri baştan kabul etmelidir.

 

Halkın çilesini çekmek bütün peygamberlerin en başta gelen sünnetidir. Onlar, Allah rızası için hayatları boyunca halkın içinde olmuşlar, dertleri ile dertlenmişler, onların zahmet ve yükünü çekmişlerdir. Peygamberlerin sultanı Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, yeri Arş-ı A’la ve cennet iken yeryüzündeki insanların arasında zahmet çekmeyi tercih etmişti. Onun insanlar tarafından yerli yersiz rahatsız edildiği gören amcası Abbas (r.a) bir gün Efendimizin huzuruna gelip:

 

-Ya Rasulellah! Görüyorum ki şu insanlar size çok eziyet veriyorlar, çıkardıkları tozlar zat-ı alinizi rahatsız ediyor. Kendinize yüksekçe özel bir yer yaptırsanız da onlarla oradan konuşsanız! diye üzüntüsünü dile getirdi. Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’in cevabı şu oldu:

 

-Hayır! Allah beni içlerinden alıp huzuruna kavuşturana kadar onların arasında duracağım. Varsın ökçelerime bassınlar, elbiselerimi çeksinler, bir şey olmaz.”[23]

 

Arifler: “canı değerli olanın dini değersiz olur.” demişlerdir. Yani insanlardan, fakirlikten, kınanmaktan, gelecekten korkarak Yüce Allah’a dostluk ve güzel kulluk yapılamaz. Korkunun çaresi korkmamaktır. Çilenin çaresi, sevgilinin hatırına çileyi sevmektir. Maldan ve candan fedakarlık etmeden sevginin tadı nasıl tadılacak ve cennete nasıl adım atılacaktır?

 

Seyyid Abdulbaki Hz.leri (k.s) sık sık: “Korkmayın, eğer illa korkacaksanız Allah’tan korkun.” diyerek insanlara cesaret vermektedir.

  

Hizmetin Temeli İstişaredir.

 

Bir hizmeti tek şahsa teslim etmek tehlikelidir. Tehlike, hem şahsa hem hizmete ait olur. Hizmetin başında olan kimse, sırf kendi aklına güvenmemelidir. Ayrıca hizmetteki arkadaşlarına kıymet vermeli, onların görüşlerini dinlemeli, ortaya konan görüşleri değerlendirip en isabetlisini tercih etmelidir. Başkan olan kimse kendi tercihine uymasa da doğru görüşü tasdik etmeli, benlik ve kibir ile yanlış görüşünde ısrar etmemelidir.

 

Bütün hizmet ehli, şu ayetlerdeki edeplere dikkat etmelidir:

 

“Rasulüm sen onlara Allah’tan bir rahmet ile yumuşak davrandın.

 

Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, etrafında kimse kalmaz hepsi dağılır giderdi. Onlarda gördüğün kusurları affet, onlar için Allah’a istiğfar et ve yapılacak işlerde kendileriyle istişare yap.”[24]

 

İşte bir istişare örneği:

 

Hendek harbinin yapıldığı günlerde Müslümanlar ciddi sıkıntılar çekmeye başlamışlardı. Bu durumu gören Hz. Rasululah (s.a.v) Efendimiz, müşriklerle iş birliği yapan ve karşı cephede bulunan Gatafan kabilesinin reisleri Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf el Mürrî’ye haber göndererek kendileriyle bir anlaşma yapmak istedi. Savaştan vaz geçmelerine karşılık olarak kendilerine Medine’nin senelik hurmalarının üçte birisini vermeyi teklif etti. Onlar da bunu güzel buldular. İki taraf arasında durum konuşuldu ve anlaşma metni yazıldı. Henüz imzalanıp yürürlüğe girmeden önce Rasululah (s.a.v) Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubade’yi huzurlarına çağırıp durumu ve varılan anlaşmayı onlarla da istişare etti. Onlar da:

 

-Ya Rasulellah! Bu işi siz mi istiyorsunuz. Eğer böyle ise biz sizin arzunuza uyarız. Yahut bu mutlaka uymamız gereken ilahi bir emir mi? Yoksa sizin bizi düşünerek yaptığınız bir anlaşma mı? diye sordular. Rasululah (s.a.v):

 

- Hayır, bunu sizin için yapıyorum. Görüyorum ki bütün Araplar birleşerek tek vucüt olmuşlar her taraftan size saldırıyorlar. Bu şekilde bir dereceye kadar güçlerini kırmayı düşündüm, buyurdu. Bunun üzerine Sa’d b. Muaz (r.a):

 

- Ya Rasulellah! Bizler bir zaman Allah’a şirk koşardık, putlara tapardık, Allah’a ibadet etmez ve O’nu tanımazdık. Bu günlerde bile bunlar misafir olarak ikram ettiğimiz veya parasıyla sattığımızın dışında zorla bizden bir hurma tanesi yiyemezlerdi. Şimdi Allah bizi İslam’la şereflendirmişken, sizinle ve İslam’la bizi kuvvetlendirmişken nasıl olur da onlara mallarımızı veririz. Onlarla böyle bir anlaşma yapmaya hiç ihtiyacımız yoktur. Allah onlarla bizim aramızda hüküm verinceye kadar onlara kılıçtan başka verecek bir şeyimiz yok, dedi. Resûlullah (s.a.v):

 

-Evet, dediğin güzel, buyurdu. O zaman Sa’d (r.a) anlaşma metnini aldı, içindeki yazıyı sildi ve: Bize karşı ellerinden geleni yapsınlar, dedi.[25]

 

Bu hadisede hizmet ehli için önemli prensipler mevcuttur. Görüldüğü gibi Allah Resûlü (s.a.v) Efendimiz bile kendi fikrini ashabı ile istişare edip değerlendirmeye tabi tutmuştur. Bunu, ayetle sabit olmayıp, ictihada açık olan bir konuda yapmıştır. Ashab-ı Kiram Rasulullah Efendimiz (s.a.v) istedikten sonra değil bütün mallarını canlarını bile vermeye hazır iken, işin aslını öğrenmek için soru sormaktan çekinmemişlerdir. Önce alınan kararın ayetle mi yoksa sünnetle mi ortaya konduğunu sorarak bağlayıcılık yönünü bilmek istemişlerdir. Konuyu içtihada müsait görünce, Allah için bildikleri doğruyu söylemeyi dini bir vazife saymışlardır. Burada Rasulullah Efendimize (s.a.v) herhangi bir itiraz yoktur, aksine onun sevineceği ve rahat edeceği sonucu arama çabası vardır. Rasulullah Efendimiz de (s.a.v) büyük bir olgunlukla önceki kararından rahatlıkla vazgeçmiş ve Sahabinin tercih ettiği doğruya katılmıştır. Farklı hükmü sahabi teklif etmiş, Efendimiz (sa.v) tasdik edip sonuca bağlamıştır.

 

İstişare yaparken o işten anlayan ehil insanları bulmak da bir vazifedir. Alınan yeni bir kararda onu uygulayacak kimselerin fikir ve desteklerinin bulunmasına özellikle dikkat etmek gerekir. İstişareden sonra varılan sonucu herkesin sonuna kadar desteklemesi gerekir. Karar aşamasında evet deyip veya sukût edip, uygulamada geri duranlar ve tenkitle uğraşanlar hizmeti hezimete çevirirler. Bu açıkça bir cahillik veya gizlice münafıklık alametidir. O halden Yüce Allah’a sığınırız.

 

Hizmetin İçinde Olanlar Özel Himaye Altındadır

 

Hizmet Allah’ın emanetidir. Allah için hizmet eden kimse Yüce Allah’ın himayesindedir. Bu himaye ihlasa bağlıdır. Niyeti güzel olanın feyzi kesilmez, ameli zayi olmaz. Dost olan dünya ve ahirette yalnız bırakılmaz. Edeple Hakkın işini gören kimselerin pişman olduğu, zarar ettiği tarihte görülmemiştir. Canını ve malını sevip onu özel himaye altına almak isteyen kimse onları Allah için Allah yolunda harcamalıdır. Büyük arif İmam Şa’ranî (k.s) anlatır:

 

Mürşidim Ali b. Vefa (k.s) derdi ki: Müridlerden kim Alemlerin Rabbinin özel himayesinde olmak istiyorsa, mürşidine sadakatle hizmet etsin, onun emirlerine canla başla koşsun. Yapılmasını işaret ettiği işlerde mürşidine muhalefet etmesin. Hizmette olan müridler daima Yüce Allah’ın şu ayetini düşünsünler:

 

“Süleyman’ın emrine de kasırga gibi esen rüzgarı verdik. Rüzgar onun emriyle hareket eder, içinde bereket yarattığımız yere doğru eserdi. Biz her şeyi biliriz.

 

Ayrıca şeytanlardan bir grubu da Süleyman’ın emrine vermiştik. Onun için dalgıçlık yaparlar (denize dalıp inciler çıkarırlar) ve bunun dışında başka işler de görürlerdi. Biz onları özel gözetim ve muhafaza altında tutuyorduk.”[26]

 

Bakınız Yüce Allah sadık dostlarının hizmetinde bulunan ve emri altında çalışan kimseleri nasıl muhafaza ediyor.”[27]

 

Müfessirler, cinlerin neden ve nasıl muhafaza edildiği konusunda şu açıklamalarda bulunmuşlardır:

 

Allahu Teala, Hz. Süleyman’ın emrinde çalışan cinleri, diğer kötü cinlerin şerrinden koruyordu. Onları bu hayırlı işten alıkoymak isteyen cinlere fırsat vermiyordu.

 

Yüce Allah, önündeki işini bozmak isteyen cine fırsat vermiyor, hem elindeki işi koruyor hem de onu yapan cini muhafaza ediyordu. Allahu Teala hizmette olan cinleri diğer cinlere ve insanlara zarar vermekten alıkoyuyordu.

 

Ayrıca Allahu Teala cinlerin gündüz yaptığı hizmeti ve hayırlı amelleri gece zayi etmelerinden onları muhafaza ediyordu. Hz. Süleyman (a.s) cinlerden bazısını bir işe gönderdiği zaman yanına bir de insan veriyordu. Bu insana, o cini devamlı gece gündüz hizmetle meşgul etmesini emrediyordu. Çünkü cinler gündüz yaptıkları hayrı gece boş kalınca koruyamıyor, bir şekilde onu mahvediyorlardı.[28]

 

Hz. Süleyman (a.s), emri altındaki bu zayıf varlıkları kuvvetli kimselerle destekliyordu. Böylece onlara merhamet ediyor, iyilik yapıyor, vefa gösteriyordu.

 

İnsanı bütün hayırlı ibadet, iş ve hizmetlerden geri koyan önce nefsi, sonra kötü arkadaşıdır. Bir de boş kalmaktan, işsiz, ibadetsiz, hedefsiz yaşamaktan şiddetle sakınmalıdır. Tek başına kalan kimseye şeytan yakın olur. Onun hem niyetini, hem amelini bozar. Boş kalan kimse, boş işlere bulaşır. Onun için her insan salih insanların nezareti altında Allah yolunda bir çeşit hizmet etmeyi ve onların nazarları altında kalmayı cana minnet bilmelidir. Bugün kâmil mürşidlerin, Rabbani alimlerin nezaretinde görülen bütün hizmetler ve o hizmetleri yürütenler, Hz. Süleyman’ın (a.s) nezaretinde görülen hizmetler ve hizmetçiler gibi Yüce Allah’ın himayesi altındadır. Bu kıyamete kadar böyledir. Yeter ki, hizmet edenin ihlası zedelenmesin, hizmetteki edepler zayi edilmesin.

 

Her mümin Allah yolundaki hizmetlere bir şekilde katılmalıdır. Malı ve canı ile bizzat hizmetin içinde olamayan kimseler, kalbi, niyeti, duası, sevgisi ve rızası ile hizmetlere destek vermelidir.

 

Bir hayra rıza gösteren, teşvik eden ve sebep olan kimse, o hayrı yapmış gibidir. Müminin niyeti amelinden hayırlıdır. Bir hayra niyet eden fakat gücü yetmediği veya bir mazereti olduğu için onu yapamayan ve buna üzülen kimse, o hayrı yapmış gibi sevap alır. Bunun ölçüsü, niyet edilen şeyi yapma fırsatı bulduğunda hemen yapmaktır. Yoksa boş temenni olur. İyi şeyleri temenni etmek de güzeldir, fakat bu temenni azim, arzu ve karar derecesine çıkmalı ki, o işi yapılamayınca bile sevap kazandırsın.

 

Hizmetlerin Hedefi Nefsin Islahıdır

 

Bir insanın nefsini ıslah etmesinden daha büyük bir hizmet yoktur. Çünkü nefsi ıslah, kalbi ihya, ahlakı güzel olan bir insan hem kendisine, hem çevresine hayır verir, rahmet olur. Bütün dünya, böyle bir insana muhtaçtır. Yüce Allah bütün dünyayı bu şerefli insanın o büyük hizmetini görmesi için yaratmıştır. Yüce Allah’ın boyası ile boyanıp Allah adamı olmayan kimse, kainata bir yüktür. Kalbi Allah Allah diye atmayan ve Yüce Allah’ını tanımayan kimse ölüdür. En büyük ve en güzel hizmet işte bu ölü kalbi diriltmektir. Her şeyin yok olacağı ve hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde insana fayda verecek sadece bu kalptir. Buna kalb-i selim denir. Kalbe bu hizmeti vermeyen ve insanı edeplendiremeyen bütün hizmetler, sonuçta hezimettir.

 

Hizmetin hedefi binaları değil, insanı süslemektir. Güzelleşmesi gereken ahlakımızdır. Allahu Teala bütün ibadetleri kendisini zikir için emretmiştir. Her ibadet ve hizmetten sonra kalbimize yönelip kendimizi kontrol etmeliyiz. Bu ibadetin ve hizmetin içinde iken kalbim ne kadar Allah’ı zikretti, ne derece gafletten uyandı ve hangi kusurlarını anlayıp istiğfar etti diye düşünmelidir.

 

Bütün zikirlerin meyvesi edep ve hizmettir. Her türlü ibadet ve hizmetin gayesi de Yüce Allah’ı zikir ve yüceltmektir. Zikri artan kimsenin tevazu, edep ve halka hizmeti arttığı gibi, hizmetlerin içinde koşan kimsenin de zikri, fikri ve şükrü çoğalmalıdır. Aksi durumda zarar var demektir.

 

Şu hadis bu konuda hepimizi uyarmaktadır: Muaz b. Enes (r.a) anlatıyor:

 

“Bir adam Hz. Peygambere (s.a.v) gelerek: Hangi cihad daha faziletlidir; hangi mücahit daha çok sevap alır? diye sordu, Efendimiz (a.s):

 

-En faziletli cihad, içinde Allah’ın en fazla zikredildiği cihattır. En fazla sevap alacak mücahit de, Yüce Allah’ı en çok zikreden mücahittir, buyurdu. Adam:

 

-Sevabı en fazla olan oruçlu kimdir? diye sordu, Efendimiz (a.s):

 

-Yüce Allah’ı en çok zikreden oruçlu en fazla sevap alır, buyurdu. Adam, namaz, zekat, hacc ve sadakayı sordu, Efendimiz (s.a.v), her defasında:

 

-Bu ibadetleri yaparken Yüce Allah’ı en çok zikreden kimse, en fazla sevabı alır, buyurdu. Orada bulunan Hz Ebu  Bekir (r.a), Hz. Ömer’e:

 

-Ya Eba Hafs, zikredenler bütün sevabı alıp götürdüler, dedi. Rasulullah Efendimiz (a.s), ona yöneldi:

 

-Evet öyledir, buyurdu.[29]

 

Herkes, kıldığı namazın, çektiği zikrin, yaptığı tövbenin ve ziyaretlerin kalbine fayda verip vermediğini halka karşı muamelesi ile ölçmelidir.

 

Hz. Ömer (r.a) der ki: “Siz bir insanı namaz ve orucuna bakarak değerlendirmeyin. Onun doğru sözlülüğüne, kendisine bir şey emanet edilince onu nasıl muhafaza ettiğine, eline dünyalık mal ve makam geçince nasıl davrandığına bakınız.”[30]

 

Ariflerden Kettanî (k.s): “Tasavvuf, güzel ahlaktan ibarettir.” diyor ve ekliyor: “Kimin ahlakı senden güzelse o, tasavvuf yolunda senden ileridedir.”

 

Büyük veli Fudayl b. Iyaz (k.s), güzel ahlaklı olmayı şöyle anlıyor: “Bir kul, bütün insanlara iyi muamele etse, fakat kümesindeki tavuğa kötü davransa, o kimse iyilerden sayılmaz.”[31]

 

Terbiye olmuş insanın aldığı edep, düzen, temizlik, sadelik ve kibarlık bütün işlerine yansır. Onun kalbi gibi dili de temizdir. Niyeti gibi işi de doğrudur. İçi gibi dışı da edepli ve sevimlidir. Namazı gibi alışverişi de ilahi ölçülere uyar. Onun Yüce Allah ile hukuku ve edebi güzel olduğu gibi, anne babası, ailesi, komşuları, iş çevresi ve diğer bütün cemiyet ile de her işi güzeldir.

 

Zikri çoğaldığı halde ahlakı güzelleşmeyen, bir mürşide gidip geldiği halde tevazu ve edebi artmayan, devamlı nafile namaz ve oruçla meşgul olduğu halde kalbi genişlemeyen; eli hayır için açılmayan, merhameti çoğalmayan, mümin kardeşlerini vücudunun bir parçası gibi görmeyen kimse niyetini bir kere daha kontrol etmelidir. Çünkü bütün bu hayırların hedefi, insanı güzel ahlaka ulaştırmaktır.

 

Arifler derler ki: Allah rızasını biricik hedefi yapan bir kulun ilmi arttıkça edebi artar; hayrı çoğaldıkça hayası güzelleşir; dersi ilerledikçe dercecesi yükselir. Allah dostları, ilahi boya ile boyandıklarından her an güzelleşir, her gün tatlanırlar.

 

İslam alimlerin güzel ahlakı tariflerinden bazısı şöyledir:

 

Güzel ahlak, Allahu Teala’yı yüceltmek ve bütün halka şefkat edip fayda vermektir.

 

Güzel ahlak, Yüce Allah’ın ve mahlukatın haklarını güzel korumaktır.

 

Güzel ahlak, dostları gibi düşmanları gözünde de güvenilir olmaktır.

 

Güzel ahlak Allah rızasına aşık, kalbi uyanık, gönlü yanık, edepli, iffetli, sevimli, cömert, mert, doğru sözlü, tatlı yüzlü, herkese rahmet olan bir insan olmaktır.

 

 

Güzel ahlak, kendisine kötülük edene iyilik etmek, vermeyene vermek, gelmeyene gitmek, yüzünü asana tebessüm etmektir.

 

Kısaca güzel ahlak, Rahmet ve edep peygamberi Hz. Muhammed’i (s.a.v) her hâliyle örnek alıp bir derece ona benzemek ve yeryüzünde rahmet ahlakını temsil etmektir.

 

Bütün bunlara da ancak Yüce Allah’ın aşkı ve yardımı ile erişmek mümkündür.

 

Büyük veli Mevlana Celaluddin Rûmî (k.s), kendisine gelen insanların çoğunun işin zahirinde takılıp kaldığını, aslını, esasını, Allah rızasını, ince sırları, marifet ve hikmetleri ihmal ettiklerini görmüş ve bu üzüntüsünü şöyle dile getirmiştir:

 

Herkes kendi zannınca oldu gönlümün yârı.

 

Aramadı hiç kimse gönlümdeki  esrârı.

 

Yine bu büyük arif, kendisinin elde ettiği ve bir hak yolcusunun elde etmesi gereken şeyleri şu manadaki mısralarla dile getirmiştir:

 

Ömrümün mahsülü üç sözdür heman;

 

Hâmdım, pişdim ve yandım el-aman.

 

Gavs-ı Sânî Hz.leri buyurdular ki:

 

“İnsanlara hizmet ve iyilik etmek isteyen kimse, kendi nefsini ıslah etsin yeter. Nefsini ıslah etmeyen kimse, insanlara gerçek faydayı veremez. Sâdatlar, nefislerini ıslah edip istikamet üzere gittiklerinden, insanların hidayetine ve ebedi saadetine vesile olmaktadırlar.”

 

 

 

 ____________________


[1] Buhari, İman, 4,5; Müslim, İman, 64,65; Ebu Davud, Cihad, 2; Ahmed, Müsned, II, 400

[2] Ebu Ya’la, Müsned, No: 3302; Bezzar, Müsned, No: 1949 İbnu Hacer, el-Metalib, No: 897. Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, VIII, 191

[3] Sülemî, Adâbu’s-Sûfiyye, 276. (Dokuz risale içinde)

[4] Ahmed Sıddıkî, Şah-ı Nakşibend, 107. (Semerkand, 2001)

[5] Said b. Mansur, Sünen, No: 2406; İbnu’n-Nahhas, Meşariul-Eşvak, I, 314

[6] Ebu Davud, Edeb, 57; Tirmizi , Birr, 16; Ahmed, Müsned, II, 301; Hakim, Müstedrek, IV, 248

[7] Hakim, Müstedrek, II, 91

[8] Tabarani, el-Kebir, 13646; İbnu Ebi’d-Dünya Kazau’l-Hace, No:36

[9] Ebu Davud, Edeb, 60; Tirmizi, Hudud, 3; Birr, 19

[10] Beyhaki, Şuabu’l-İman, No:3960; Tabarani, el-Evsat, No:7322; Münziri, et-Terğıb, II, 272

[11] Ebu Davud, Edeb, 60; Tirmizi, Hudud, 3; Birr, 19

[12] İbnu’n-Nahhas, Meşariul-Eşvak, I, 315; İbnu Mubarek, Kitabu’l-Cihad, II, 180

[13] Safi, Raşahat, 264

[14] Abdurrahman-ı Tahî, İşaretler, 188

[15] Safi, Raşahat, 263-264 (Sadeleştiren: N. Fazıl Kısakürek).

[16] Kahdehlevi, Hayatu’s-Sahabe, II, 305

[17] Ebu Davud, Cihad, 24; Nesai, Cihad, 46

[18] Buhari, Cihad, 70.

[19] İbnu Sad, Tabakat, III, 167-168; Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, II, 379-380 (Beyrut, 1999. I. Baskı)

[20] Hakim, Müstedrek, II, 91

[21] İmam Rabbani, Mektubat, 29. Mektup

[22] Muhammed, 7.

[23] Darimi, Mukaddime, 14; Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, III, 335. (Beyrut, 1999)

[24] Al-i İmran,159

[25] İbnu Hişam,es-Siretü,III,193-194.(Kahire, 1996),Kandehlevi,Hayatu’s-Sahebe,II, 281

[26] Enbiya, 81-82.

[27] Şa’rânî, el-Envaru’l-Kudsiyye, I, 191-192

[28] Açıklamalar için bkz: Beğavi, Mealimü’t-Tenzil, V, 338; İbnu Kesir, Tefsir, V, 359 (Riyad, 1997); Razi, Tefsir-I Kebir, XXI, 185; İbnu Adil, el-Lübab fi Ulumi’l-Kitab, XIII, 564. (Beyrut, 1998)

[29] Ahmed, Müsned,III,438; İbnu Mubarek, Zühd No:1429; Tabarani, el-Kebir, XX,186

[30] Beyhaki, Zühdü’l-Kebir, No: 867

[31] Kuşeyri, Risale, 317. (Beyrut, 1998)

 

Kaynak: Arifler Yolunun Edepleri, Semerkand Yayınları

 


Bu Yazılarda Dikkatinizi Çekebilir