“Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler hoşlanmasalar da Allah, nûrunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.”(Tevbe Suresi 32. âyet).
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (Saff Suresi 8. âyet).
Allah’ın nûrunu tamamlayacağı ifadesi Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçmektedir. Allah nûrunu tamamlayacaktır. Buna karşı gelen kâfirler ise o nûru söndürmeye çalışacaklardır. Kâfirlerin Allah’ın nûrunu söndürmek için kullandıkları vasıta ise ağızlarıdır. Ağızlarından çıkardıkları üfürükle Allah’ın nûrunu söndürmeye çabalamaktadırlar.
Bir tarafta Allah’ın nûru; diğer tarafta ise kâfirlerin ağızları… Bir tarafta Allah’ın nurunu tamamlama iradesi; diğer tarafta ise kâfirlerin bundan hoşlanmaması… Nereden bakılırsa bakılsın bu denklemin ne kadar tutarsız olduğu çok açık bir şekilde görülür.
Kâfirlerin söndürmeye çalıştığı Allah’ın nûru nedir?
İmam Kurtubi Saff suresinin 8. âyetinin tefsirinde Allah’ın nûrundan maksadın şu beş şeyden biri olabileceğini beyan eder:
1) Allah’ın Nûru, Kur’an-ı Kerim’dir. Onlar sözleriyle Kur’an’ı yok saymayı ve yalanlamayı isterler.
2) Allah’ın Nûru, İslam’dır. Onlar sözleri ile İslam’ı bertaraf etmek isterler.
3) Allah’ın Nûru, Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizdir. Onlar fitne ve kargaşa doğuran yalan haberler ile Peygamber Efendimizin yok olmasını arzu ederler.
4) Allah’ın Nûru, Allah’ın burhanları ve delilleridir. İnkârları ve yalanlamaları ile Allah’ın burhanları ve delillerini yok etmek isterler.
5) Allah’ın Nûru’ndan maksat darbı meseldir. Yani güneşin nurunu ağzıyla söndürmeye çalışan kimsenin işi nasıl imkânsızı zorlamaksa; hakkı yok saymaya çalışmakta aynıdır.
Yine İmam Kurtubi’nin aktardığına göre İbn Abbas (r.anhuma) bu âyetin sebeb-i nüzulü ile ilgili şunları söyler:
“Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize kırk gün vahiy gelmeyince Yahudilerden Ka’b b. Eşref: “Ey Yahudiler! Sevinin, Allah Muhammed’e indirdiği Nûru söndürdü. Onun işini tamamlayacak da değildir.”dedi. Peygamber Efendimiz de bu olaya çok üzülmüştü. Allah Teâlâ, akabinde bu ayeti indirdi ve sonrasında vahiy kesintisiz devam etti.” Allah’ın nûru, bütünü ile İslam dinini kapsamaktadır.
Allah’ın nuruna karşı bu düşmanlık Hz. Peygamber’in peygamberliğini inkâr ile başlamakta ve O’nun mukaddes şahsiyetine dil uzatmaya kadar gitmektedir. O’na indirilen vahyi inkâr etmek, Kur’an’ı reddetmekte bunun bir parçasını oluşturmaktadır. Dün Mekkeli müşrikler, Yahudiler ve münafıklar Allah’ın nurunu söndürme gayreti içinde iken bugün onların uzantıları aynı aymazlığı sergilemektedirler.
Nitekim âyetin muzârî sîğası ile başlaması kıyamete kadar bu tür bedbahtların varlığını sürdüreceğine işaret etmektedir. Zira ehlince malumdur ki, muzârî sîğası şimdiki zaman ve gelecek zamanda vukua gelmeye ve yenilenmeyi delalet eder. Yani bu tür arızalı kimseler her daim olagelecektir. Kâfir kâfirliğini yapmaktan geri durmayacak, üflemeye kudreti olduğu sürece Allah’ın nûrunu söndürmek için çalışacaktır. Şu kadar var ki, Tevbe suresindeki ayette kâfirlerin Allah’ın nûrunu alenen ve açıktan söndürmeye çalıştıkları görülürken, Saff sûresinde bunu gizliden gizliye yapmaya uğraştıkları da anlaşılır.
Kâfirlerin Allah’ın nûrunu söndürme gayretleri öncelikle o nûru temsil eden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin temsilcilerine yöneliktir. Peygamberin ve ashabının yolundan giden ehl-i sünnet cemaatlere ve âlimlere saldırırlar. Sırat-ı müstakimi temsil eden Müslüman toplulukları terörist ilan ederler, itibarsızlaştırmaya çalışırlar. İslam’ın ana kaynaklarına saldırırlar. Buhari’ye, Müslim’e dil uzatırlar. Ve maalesef bunu yaparken de Müslüman ülkelerden devşirdikleri Müslümanların çocuklarını kullanırlar.
Allah’ın nûru karşısında kâfirin ağzı ne kadar basit ve çaresiz bir araçtır! Onlar Allah’ın nûrunu söndürebileceklerini sanırlar. Oysa Allah nûrunu tamamlayıcıdır.
Her iki âyette de geçen bu ifadeden maksat sadece O nûrun ışığının ebedi olarak parlaması değildir. Bunun ötesinde İlahî azamet nûrunun kemal bulacağını, yüceleceğini ve yer kürenin her noktasına ulaşacağını, bütün dinlere galebe çalacağını bildirmektedir. Bu din gece ile gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. İster kerpiçten, isterse deve kılından yapılsın Allah’ın bu nûru girdirmediği hiçbir ev kalmayacaktır. İşte bu hakikatten kaynaklanan bir güvenle, Hz. Peygamber Efendimiz içinde bulunduğu çetin şartlara ve görünen zayıflığa rağmen ilahî nurun tamamlanacağına olan yakînî imanı ile yemin etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a yemin ederim ki, Allah bu işi (İslam’ı) tamamlayacaktır.” (Buharî, Menâkıb, 25) .
Habbab İbnu’l-Eret (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe’nin gölgesinde‚ bir bürdeye yaslanmış otururken, yanına varıp (müşrikleri) şikâyet ettik:
“Bize yardım etmez misin, bize dua etmez misin?’’ dedik. Bunun üzerine şunları söyledi:
“Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah’a kasem olsun, Allah bu dini tamamlayacaktı!. Öyle ki, bir yolcu devesine bindimi San’a’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.” (Buhari, Menâkıbu’l- Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebu Dâvud, Cihâd 107; Nesâi, Zinet 98 ).
İslam yeryüzünün her noktasına ulaşacak, her yere hâkim olacaktır. Bize düşen bu süreçte İslam’ın zaferi için çalışmaktır. Zafer, ilahî teyit ile mutlak olarak gerçekleşecektir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Bütün mesele bu zaferde bizim payımızın ne olduğudur. Artık çalışmak, dua etmek ve bu ideali paylaşmak hepimizin vazifesidir.
_____________
Kaynak: Ahmed Hamdi Yıldırım, Altınoluk Dergisi, Aralık 2020.