Tasavvuf yolu Hak rızasına ulaşma yoludur. Bu yolun bir gereği olarak daim hayırlı işler üzere olmak lazımdır. Kişi “Benim amelim güzel, niceleri var ki bunlardan mahrum..” der, kendini başkalarından üstün görürse, bu yolun en temel edeplerinden birini zayi etmiş olur. Diğer taraftan nice yanlışlar içinde olan bir kişi pişman olup tövbe ederse, bu davranışı onun hidayetine, kurtuluşuna vesile olur.
Tasavvuf, insanın sözüne sadık kalmasını sağlar. Bu söz, ister ezelde verdiğimiz ‘Kâlu belâ’ sözü olsun, ister bu dünyada iman edişimiz olsun, ister tövbe edişimiz olsun; tasavvuf bu sözlere sımsıkı sarılmayı sağlar, kulu istikamet üzere sabit tutar.
Ancak tasavvufun kendine has okulları, ocakları vardır. Kişi, bunlardan birine tabi olmadan bu yolda mesafe kat edemez. Sufi ne kadar marifet ve ciddiyet sahibi olursa olsun, kâmil bir mürşide bağlanmadıkça kemale eremez. Çünkü tasavvuf yolu rehbersiz olmaz. Rehbersiz çıkılan yolda belki kısa vadede başarı gösterse de uzun vadede büyük ihtimalle yolundan sapar ya da ilerleme kaydedemez, vaktini boşa harcar.
Mürşid-i kâmiller daima dinin hükümleri üzere olduğu için onların civarında olmak, onların kervanına dahil olmak, hak yolcusuna şuur kazandırır. Çünkü gönüle giden iki yol vardır: Biri gözden, biri kulaktan geçer. Sufi tasavvuf sohbetlerini dinler, işittiği sözler kalbini uyandırır. Daha önce çoraklaşmış olan gönül, bu sözlerle, zikirlerle yeşermeye başlar, gördüğü güzellikler de kendine yansır. Rehberini kendine misal edinir.
Yola çıkan kimse, Hakk’ı aramak ve nihayetinde O’na ulaşmak için çıkar. İşte burada teslimiyet lazımdır. Sufinin teslimiyeti ne kadar fazla olursa, maksadına da o kadar çabuk ulaşır. Teslim olanın hali şu misaldeki gibidir:
Kuyumcu ham altın madenini alır, potaya kor, eritir. İçindeki toprak, kurşun, bakır gibi madenleri altından ayırıp çıkarır. Onu mihenge vurur. Eğer ayarı tam olmamışsa tekrar eritir. Sonra şekil vermek üzere örs üzerinde çekiçle döver. Kalıba döker, bir mücevhere dönüştürür. Böylece ilk bakışta işe yaramayan taşlı topraklı maden parçası padişahlara layık hale gelir.
Mürşid-i kâmilin yaptığı da budur. Bir kuyumcu gibi ham cevheri işler, Cenab-ı Mevlâ’ya layık kul haline getirir. Fakat bunun için teslimiyet gerekir. Çileye, mihnete, imtihana sabır gerekir.
Sufinin niyeti Hak, çabası Hakk’ın rızası için olmalıdır. O bu yolculuğa dünyevî maksatlarını ayağına bağlayıp çıkarsa hem kendine hem yol arkadaşlarına yazık etmiş olur. Kendisi yol alamadığı gibi, gidenlere ayak bağı olur. Allah rızasının dışındaki bütün istek ve amaçlar nefsin eseridir. İşte yolun en başında bu şuurla niyet etmek, sonra sık sık niyetini kontrol etmek gerekir.
Tasavvuf insana dünya hayatını gerektiği gibi yaşamayı öğretir. Dünyayı, iki tarafı korunaksız dar bir köprü olarak düşünürsek, bu köprüden sağ salim geçmeyi öğretir. Dünyayı bir pazar olarak görürsek, bu pazardan ahirette kâr ettirecek ticareti yapmayı gösterir.
Bir mürşide bağlanan hak yolcusu, onun hizmetine azami gayret göstermelidir. Bu hizmet onu hem hayırlı işlere sevk eder hem de nefsini ıslah ve terbiye eder.
Tasavvuf yolunun adabına uygun hareket etmelidir. Bu edepler hedefe varmak için vazgeçilmez öneme sahiptir. En temel edeplerden biri olarak kendi yolunu aziz bilmeli, son derece kadirşinas davranmalıdır. Çünkü yolu onu ebedi saadet vesilesidir.
Şunu bilmelidir ki, Kur’an ve Sünnet’e sadık bütün tasavvufî yolların gayesi Hak’tır, başka bir şey değildir. Farklılık, usul ve şekildedir. Bu yüzden sufi gözünü kendi yoluna sabitlemeli, kalbini kendi yoluyla meşgul etmelidir. İkide bir yol ve rehber değiştiren kişi, sürekli günah işleyip tövbe eden kimseden daha geride kalır. Çünkü itimatsızlık ve vesvese ile malül olmuştur. Vesvese ise şeytandandır.
Tasavvuf ömür sermayesini heba etmemek içindir. Çalışıp bu sermayeyi değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü ahiret gününde bundan hesaba çekileceğiz. Gaflet en büyük tuzaktır, uyanık olmamız lazım. Ömür sermayesi tükenip gider, sona yaklaşınca dönmek zorlaşır.
Hasan Ünsî Şabanî k.s. hazretleri tasavvufu şöyle tarif etmiştir:
“Tasavvuf odur ki, her ne ki dünyadır, onu terk edesin. Fakirleri doyurmaya gayret edesin, mâsivâ (Allah’tan gayri) sevdalarının peşinde koşmayasın.”
Tasavvuf ehli, yol üzeredir. Yoldadır, bir hedefi vardır. Bir meselesi, bir derdi vardır. Bu dert ile meşgul olduğu için taşla toprakla oyalanmaz. Boş meşguliyetlerle vaktini zayi etmez. Halini, sözünü, kalbini bu dert meşgul eder. Bu hale ulaşan kişi artık gönül ehlidir, kalbinde Allah sevgisi uyanmıştır. Yani beşeriyetten insan olma vasfına ulaşmıştır.
Yol ve yolculuk bu kadar kıymetliyken dünyanın aldatıcılığına kanıp gaflete düşmek akıllı kişiye yakışmaz. Niyetimizi düzeltip sabırla gayret etmemiz gerekir. Böyle olunca sonumuzun da hayır olması umulur.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle...
__________
Kaynak: Mübarek EROL, Semerkand Dergisi, Ekim 2011.