İrşad postunda oturduğu müddet içinde insanları sohbet ve nasihatleriyle uyardı. Onları tövbe ve inabe ile günahlardan vazgeçip Allah Tealâ’ya yönelmeye teşvik etti. Kalplerdeki eğrilikleri giderdi, gönülleri imar edip beytullah kıldı.
Hulefâ-yı Raşidîn döneminden sonra genişleyen İslâm coğrafyasından, siyasî çekişmelerin tarafı olmak istemeyen Hâşimoğullarına mensup pek çok aile Mâverâünnehr’e hicret etti. Özellikle Semerkand ve Buhara çevresine yerleşen seyyidler, henüz müslüman olmayan bu bölge insanlarını hikmetle, güzel öğütlerle Rablerinin yoluna çağırdılar. Onlara İslâm’ı Hz. Peygamber s.a.v.’den nasıl öğrenmişlerse öylece tebliğ ettiler. Seyyidlerin siyasetten, kabilecilikten, kısır çekişmelerden arındırarak Maveraünnehr’e taşıdıkları İslâm, kısa zamanda bu toprakları manevi bir feyizle bereketlendirdi. Allah Rasulü s.a.v.’in sünnetine samimiyetle sarılma çabası semeresini verdi, Semerkand ve Buhara’nın köylerinde bile büyük veliler yetişir oldu.
İşte Hâcegân yolunun büyüklerinden Şeyh Mahmud İnciriyyi’l-Fağnevî de Buhara’ya bağlı Vabkine kasabasının İncirfağne köyünde doğup büyümüştü. Bir inşaat ustasıydı. Dülgerlikten anlar, duvar örer, sıva yapardı. Lâkin eli kârda, gönlü yarda olanlardandı o da. Çünkü Hz. Peygamber s.a.v.’in soyundan geliyordu ve Hâce Abdülhâlik-ı Gücdüvanî hazretlerinden bu yana artarak devam eden manevi bir himmet halesinin tam ortasında dünyaya gelmişti. Daha çocukluk çağlarında iken Riveger’e vardı, Hâce Ârif-i Rivegerî hazretlerine intisap etti, şeriat ve tarikatin esaslarını onun dergâhında öğrendi.
Marifet Kalplerdeki Eğriliği Gidermektir
Hâce Ârif-i Rivegerî (k.s) uzun zamandır dergâha muntazaman devam eden Fağneli Mahmut’taki gayret ve kabiliyetin farkındaydı. Bu genç mürit, kimseye yük olmadan maişetini temin için çalıştığı halde virdini aksatmıyor, hizmetten ve sohbetten geri durmuyordu. Çabuk öğreniyor, öğrendiği her şeyi hayatına aktarıyordu.
Mürşidi bir gün onu çağırdı ve şöyle dedi: “Duyarım ki eğri ağaçları yontar, onlardan dümdüz dilmeler çıkarırmışsın. Tuğlalarla cetveli düzgün duvarlar örer, sıvayarak pürüzlerini giderirmişsin. Ey Mahmud! Marifet, kalplerdeki eğriliği düzeltmektir. Marifet, ilahî tecelliye mazhar olabilecek gönüller imar edebilmektir. Sende bu kabiliyet var. Gel daha yakınımızda dur, halilimiz ol ki, her biri bir beytullah olan gönüller inşa edebilesin.”
Hâce Rivegerî (k.s), Mahmud-ı Fağnevî hazretlerini “gönüller mimarı” olması için kendine halife yaptı ve emaneti teslim edeceği bu halifesine herkesten çok ihtimam gösterdi. Hâce Mahmud-ı Fağnevî (k.s) irşad makamına geçtiğinde, Allah dostlarını sorup arayanlara Hızır a.s.’ın dahi işaret eylediği büyük velilerdendi artık. Sadece kendisi değil, hem yetiştirdiği maneviyat erleri, hem de onun temiz nesebinden gelen nesli asırlarca gönüller imar eylediler dünyanın dört bir yanında. Tıpkı Bursa’da medfun bulunan ve Anadolu’da gönüller yapmak için ta Buharalardan kalkıp gelen torunu Emir Buharî hazretleri ve İstanbul’da medfun olan, Nakşibendiliği ilk olarak payitahta taşıyan Seyyid Ahmed Emir Buharî hazretleri gibi…
Cehrî Zikre Neden Başlandı?
Mahmud-ı Fağnevî (k.s), Hâce Rivegerî hazretlerinin son zamanlarında, onun izni ve talimatıyla zikr-i aleniyi, yani açıktan sesli zikri icra etmeye başlamıştı. Mürşidinin vefatından sonra da cehrî zikri sürdürdü. Hâlbuki bu Hâcegân yolunun zikir usulü değildi. Fakat bir ikaz zarureti, geçici olarak böyle bir usul değişikliğini gerektirmişti. Nitekim silsile Şâh-ı Nakşibend hazretlerine ulaştığında tekrar hafî zikre dönüldü.
Kendisine cehrî zikirdeki ısrarın sebebi sorulduğunda, Hâce Mahmud-ı Fağnevî (k.s) şu cevabı vermişti: “Gaflet uykusuna dalanlar uyanıp hak yoluna dönsünler, sırat-ı müstakime girerek bütün hayırların anahtarı, bütün saadetlerin aslı olan tövbe ve inabeye rağbet etsinler diye cehrî zikir yapıyoruz.” Anlaşılan o ki insanlara vazifelerinin bir süre daha yüksek sesle hatırlatılmasına ihtiyaç vardı.
Zamanın hafî zikir taraftarı olan bütün alim ve meşayıhı da bu maksattan dolayı cehrî zikre cevaz verilebileceğini ifade etmişlerdi. Fakat bunun kalıcı bir usul haline gelebileceği tehlikesine dikkat çektiler ve Hâce’den bu hususta bir sınır belirlemesini istediler. Yani zaruretin ortadan kalkması halinde açıktan ve sesli zikre kimlerin devam edebileceğini sordular. Çünkü cehrî zikir hep bir riya tehlikesi taşıyordu. Herkesin hakkını verebileceği bir tarz değildi. Hâce Mahmud-ı Fağnevî (k.s) buyurdu ki, “Sesli zikri ancak dilini yalan ve gıybetten arındırmış, boğazından haram ve şüpheli lokma geçmemiş, kalbinde riyadan zerre olmayan, sırrı Cenab-ı Hak’tan gayrısına teveccüh etmeyen kimse yapabilir.”
Merdâne Olmak
Aydınlık yüzlü bu Allah dostu, gittiği her yere başındaki bembeyaz sarıkla gidiyor, böylece adeta hal diliyle muhataplarının kalplerini ağartmaya davet ediyordu. İrşad postunda oturduğu müddet içinde insanları sadece cehrî zikirle değil, sohbet ve nasihatleriyle de uyardı. Onları tövbe ve inabe ile günahlardan vazgeçip Allah Tealâ’ya yönelmeye teşvik etti. Mürşidinin dediği gibi, kalplerdeki eğrilikleri giderdi, gönülleri imar edip beytullah kıldı.
Hâce Mahmud-ı Fağnevî (k.s) vefatından sonra da kerametleri görülen büyük bir veli idi. Emaneti halifesi Ali Râmitenî hazretlerine bırakıp bu dünyadan göçtükten sonra da bağlılarını uyardığına dair menkıbeler anlatılır. Hâce Ali Râmitenî ve dervişleri, bir zikir meclisinde iken başlarının üstünden geçen beyaz bir güvercinin, “Ya Ali, merdâne ol!” diye nida eylemesini, o sıralar ahirete irtihal etmiş bulunan Hâce Mahmud-ı Fağnevî hazretlerinden gelen bir ikaz sayarlar. Zira Hâce bütün irşadı müddetince insanları merdâne olmaya, yani sözünde durmaya, Elest Meclisi’ndeki ahdine sadık kalmaya çağırmıştı. Öyle ya, insanoğlu bu dünyada sözünün eri olup olmamakla sınanıyordu. Hâce Mahmud-ı Fağnevî (k.s) da diğer Allah dostları gibi sözünün eriydi ve nasıl merdâne olunacağını bizim için örnekleyip geçti dünya üzerinden.
İstikamet Caddesinde Kim Var?
Reşahât yazarı Ali b. Hüseyin Safî (k.s) aktarıyor:
Hâce Mahmud-ı Fağnevî hazretlerinin bağlılarından Ali Râmitenî (k.s) şöyle anlatmıştır:
“Dervişin biri Hâce Mahmud’un yaşadığı zamanda Hızır a.s.’ı görmüş ve ona şu soruyu sormuş:
– Bu zamanda istikamet caddesinde sabit olan ve kendisine tabi olunacak şeyh kimdir?
Hızır a.s. dervişe:
– Mahmud-ı Fağnevî’dir, diye cevap vermiş.”
____________________
Kaynak: Ali Yurtgezen – Semerkand Dergisi, Haziran 2012.