İslâm’dan önce yol kesen, canlara kıyan sert tabiatli Ebu Zer r.a. İslâm’ın terbiyesiyle tamamen değişmiş, fakir ve düşkünlerin koruyucusu olmuş, hizmetçisiyle aynı elbiseyi giyecek, aynı yemeği yiyecek kadar mütevazı bir kimse haline gelmişti. O özellikle mülk ve servet biriktirmeyi reddeden anlayışıyla öne çıkıyordu.
Allah Rasulü s.a.v. efendimizin güzide arkadaşları yani Ashab-ı Kiram, Allah yolunda serden ve yardan geçerek yaptıkları büyük hizmetin yanında, İslâm’ı anlamada ve yaşamada birer kılavuzdur. Onlar itilme kakılma pahasına ellerinden gelen tüm gayreti göstermiş, erdemli bir hayat sürmüş, Allah’ın övgüsüne ve Rasulü’nün sevgisine mazhar olmuş büyük şahsiyetlerdir.
Sahabiler İslâm’ın birer yönünü temsil eder
Her bir sahabi, öne çıkan özelliği ile kendi şahsında İslâm’ın bir yönünü temsil eder. Onların hayatı ve anlayışları bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde Sünnet’in incelikleri ortaya çıkar. Zira onlar Allah Rasulü s.a.v.’den görmüş oldukları İslâm’ı yaşıyorlardı.
Hz. Ebu Zer Gıfârî hazretleri de dünyaya yüz vermeyen, gönlünü Allah’tan başka şeyle meşgul edecek ne varsa elinin tersiyle iten mizacıyla “Allah adamı” olma idealinin temsilcisi olmuştur. O sahip olduğu tavizsiz zühd anlayışı ile müslümanların ihtiyaçtan fazla mal mülk edinmemeleri gerektiğini, ihtiyaç fazlası ne varsa Allah yolunda harcamaları gerektiğini savunuyordu. Bunun aksi anlayış ve tavrı şiddetle eleştiriyordu.
Bu görüşleri dolayısıyla Hz. Ebu Zer Gıfârî hazretlerinin o zamanlar Suriye valisi olan Muaviye r.a. ile araları açıldı. Durumdan haberdar olan devrin halifesi Hz. Osman r.a. onu Medine’ye çağırdı. Hz. Ebu Zer’in orada da bu yaklaşımını açıklamaya devam etmesi ve bazı art niyetlilerin bu durumu kullanmaya kalkması üzerine Hz. Osman r.a. ondan tenha ve güvenilir bir yer olan Rebeze’de yaşamasını talep etti.
Hz. Ebu Zer r.a.’ın görüşleri böyleyken ve son derece fakir bir hayat sürerken, zamanın halifesi ve dünyada cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan, ayrıca Allah Rasulü s.a.v.’in iki kez damadı olmuş Hz. Osman r.a. oldukça zengindi. Servet sahibiydi ancak İslâm’ın bütün yükümlülüklerini fazlasıyla yerine getiriyordu. Fakirlerin, zayıfların, düşkünlerin koruyucusuydu. Servetinin büyük bir bölümünü Efendimiz s.a.v.’in yaşadığı dönemde Allah yolunda infak etmişti. Hz. Ebu Zer r.a. vefat ettiğinde onun eşine ve kızına sahip çıkan yine Hz. Osman’dı.
İşte ilk bakışta tezat gibi duran bu noktada sahabenin farklılığı ve herbirinin İslâm’ın bir yönünü daha kuvvetli şekilde temsil ettiğini tekrar hatırlamalıyız. Biz Ashab-ı Kiram’ı bir bütün olarak anlamak ve kabul etmek zorundayız. Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in tavrı böyledir. Büyük İslâm alimleri asırlar boyu bu dengeye büyük hassasiyet göstermişlerdir.
İnandığını söylemekten çekinmezdi
Rivayete göre, Hz. Ebu Zer r.a. daha müslüman olmadan hakikati aramaya başlamış ve Peygamber Efendimiz’i görmeden üç yıl önce kabilesinin putlarını reddederek namaz kılmıştı. Şöyle anlatır:
– Dedim ki; “Allah Rasulü’nü görmeden üç yıl önce namaz kıldım.
– Kimin için, diye sordular.
– Allah için, dedim.
– Yüzünü hangi tarafa çeviriyordun, dediler. Dedim ki:
– Hangi yana dönsem Allah’ı görüyordum.
Samimiyetle gerçeği arayan kişi, bu arayışın onu götüreceği yeri anlar, bulduğunda ise sımsıkı bağlanır.
Mekke’de müslüman olan Ebu Zer r.a. soluğu Kâbe’de aldı ve şöyle haykırmaya başladı:
– Kureyşliler! Allah’ın birliğine, Muhammed’in elçiliğine iman ediyorum!
Bunun üzerine Kureyş ahalisi hemen tekme tokat onu dövmeye başladılar. Hazreti Abbas r.a. gelerek onu kurtardı. Fakat ertesi gün yine aynı aşkla Kureyş ulularının içine dalan Ebu Zer r.a., hakikati haykırmaya, İslâm’ı anlatmaya devam etti. Kureyşliler onu yine dövdüler, Abbas r.a. yine kurtardı.
İhtiyaç fazlası mal biriktirmezdi
Allah Rasulü s.a.v. Ebu Zer r.a.’ın memleketi Gıfar’a dönmesini ve İslâm’ı orada yaymasını istedi. Bunun üzerine hemen yola çıkıp Gıfar’a geldi. Bir zaman sonra Gıfarlıların yarısı müslüman olmuştu. Kalan yarısı da Hicret’ten sonra müslüman oldu.
Hz. Ebu Zer r.a. evlenince Medine’nin dışında çölde kendine küçük bir ev yaptı ve hanımıyla birlikte orda yaşamaya başladı. Bir gün eski arkadaşlarından birisi ziyaretine geldi. Arkadaşı gördüğü manzaraya çok şaşırdı ve sordu:
– Eşyaların nerede?
– Bizim başka bir evimiz var ki, değerli eşyalarımızı oraya gönderiyoruz, dedi.
– Sen uzun bir süredir buradasın, birkaç parça eşyanın olması gerekmez mi?
– Bu evin sahibi bir an bile burada kalmaya izin vermiyor, dedi. Sonra misafirine bakarak şöyle devam etti:
– Allah’a yemin ederim ki benim bildiklerimi siz biliyor olsaydınız kadınlarınızla beraber olamazdınız, yataklarınızda yatamazdınız. Yine yemin ederim ki O beni meyvesi tükenince kesilip yok olan bir ağaç gibi yaratmıştır.
– Evet, ama bu seni dünyadan faydalanmaktan engellemiyor mu?
– Allah’ın Rasulü bana: “O insana yazıklar olsun ki, hem ahirete imanı vardır, hem de bu hilekâr dünyadan faydalanmağa çalışır.” demişti.
“Yalnız yaşayıp yalnız ölecek ve tek başına diriltilecek”
Bir gün Hz. Osman r.a. hizmetçisi ile ona yüz dinar gönderdi. Ebu Zer kabul ederse o da köleyi serbest bırakacaktı. Yalvardı köle:
– Özgürlüğüm buna bağlı, kabul et bu hediyeyi. Cevabı şu oldu:
– Benim köleliğim de bunu almaktır.
Allah Rasulü s.a.v.’in hakkında “Yalnız yaşayıp yalnız ölecek ve tek başına diriltilecek..” dediği Ebu Zer Gıfarî r.a. Rebeze’de çöldeki evinde vefat ettiğinde yanında sadece hanımı, kızı ve hizmetçisi vardı. Hanımı yola çıkarak eşini defnedecek birilerini gözlemeye başladı. Bir zaman sonra oradan geçmekte olan Abdulah bin Mesud r.a.’ın kafilesine denk geldi. Abdullah bin Mesud r.a. Ebu Zer hazretlerini kefenledi, gözyaşları içinde namazını kıldırdı ve çöle defnetti.
Ebu Zer r.a. bize, paranın bütün değerleri ezip geçtiği modern dünyaya yalnızlığı ve yalınlığı ile çölden sesleniyor. Orada, ama daha çok kalbimizde ve zihnimizde, fani dünyaya yüz vermemenin, gerçek zahitliğin bayraktarlığını yapıyor.
Sulhi Ceylan - Semerkand Dergisi, Ocak 2010.