Zünnûn-i Mısrî (rah) anlatıyor:
Bir gün Nil nehrinin kenarında yürüyordum. Bir akrep gördüm; haraket halindeydi. İnsanlara zarar vermesinden koktum; elime bir taş alıp onu öldürmek istedim. Akrep hızla kaçtı. Nil'in kenarında durdu. O sırada sudan bir kurbağa çıktı. Akrep onun sırtına sıçrayıp oturdu. Kurbağa suda yüzerek akrebi karşı sahile doğru götürmeye başladı. Ben de durumu merak edip suya daldım. Onlarla birlikte karşıya geçtim. Onları takibe başladım.
Kurbağa karaya çıkınca, akrep üzerinden indi. Biraz ileri doğru gitti. Orada sarhoş bir adam uyuyordu. Bir tane yılan da adamın etrafında dolaşıyor, onu sokmaya hazırlanıyordu. Akrep hızlıca yılanın üzerine atladı, onu öyle bir ısırıp soktu ki yılan olduğu yere yığılıp kaldı.
Ben varıp adamı uyandırdım. Adam korku ve heyecanla ayağa kalktı. Yanındaki yılanı görünce kaçmaya başladı. Ben,
"Korkma, onun sana zararı olmaz, seni ondan kurtaran oydu zaten" dedim ve ona olayı anlattım. Adam başını önüne eğdi, bir müddet düşündü, sonra başını göğe kaldırıp,
"Ya Rabbi, sen isyan eden benim gibi bir kula böyle iyilik ve ihsanda bulunursan, ya sana sürekli itaat eden kullarına nasıl iyiliklerde bulunursun kim bilir! Senin yüceliğine yemin olsun ki bir daha içki içmeyeceğim ve sana isyan etmeyeceğim" dedi. Sonra ağlayarak çekip gitti. Giderken şu manadaki beyitleri söylüyordu:
"Ey tembel kul, sen yatmış uyuyorsun; her şeye gücü yeten yüce Zat ise, seni nice tehlikelerden koruyor. Gözler uyuyup da o yüce sultandan nasıl gafil olur? Sen uyursun ama O'ndan sana hep nimetler gelir."
* Dilaver Selvi, Ateşin Yakmadığı Âşık, 221-222